"Bizim ülkemiz o kadar kocamandır ki, onun büyüklüğünü hiç bir peri masalı yeterince anlatamaz. Gök bile onun üzerini zar zor örtebiliyor"
*
Bu sözleri, Franz Kafka'nın "Çin Seddi" öyküsünün anlatıcısı söyler.
Gök Tanrı'nın kubbesini kurmakta zorlandığı bu muazzam coğrafi alana insanoğlunun bir baştan bir başa duvar çekmesi kolay mı?
*
Çinlilerin "Chang Cheng", yani "Uzun Duvar" dedikleri setle ilgili ünlü bir deyim var: "Uzun Duvar, 10 bin li uzunluğundadır!" Bir li aşağı yukarı yarım kilometre olduğuna göre, bu deyime bakılacak olursa set 5 bin kilometre...
Ansiklopediler, 6 bin 200 ile 6 bin 700 kilometre arasında değişen rakamlar veriyor.
*
Ne var ki, son araştırmalar Çin Seddi'yle ilgili bütün bu rakamların yanlış olduğunu ortaya koyuyor.
Geçen yıl 23 Nisan günü yayınlanan gazeteler, Çin Kültürel Miraslar İdaresi ile Devlet Haritacılık Bürosu tarafından yapılan iki yıllık ortak araştırmanın sonuçlarına yer vermişti. Buna göre set, tahmin edilenden de uzunmuş: Toplam uzunluğu 8851.8 kilometreyi buluyor. Yani, şimdiye kadar sanıldığından yaklaşık 2 bin 600 kilometre daha uzun. Çin'in kuzey bölgelerinde 10 eyalet ve özerk bölgeden geçen seddin uzunluğu, GPS kısaltmasıyla bilinen Küresel Konum Belirleme Sistemi ve kızılötesi tarama teknikleri ile başka modern haritacılık yöntemleri kullanılarak saptanmış.
*
Haberi okuyunca internetten Türk gazetelerine bakmıştım. Onlar da vermişti. Başka ülkelerin haber sitelerine de göz attım; dilini bildiğim ya da az çok anlayabildiğim bütün ülkelerde basın bu habere ilgi göstermişti.
*
Nasıl göstermesinler! Çin Seddi neredeyse bütün tarihsel dönemlerde insanoğlunun ilgilendiği bir yapı olmuş. Hele İslâm âleminde kimileri, Kuran-ı Kerim'in "Kehf" suresinde sözü edilen seddin, Çin Seddi olduğu yorumlarını yapıyor. Gerçi tarihsel veriler bunu doğrulamıyor, ama olsun; herkes Çin Seddi'nden kendince bir pay çıkarmaya çalışıyor. Bu kadar ileri gitmek istemeseler bile, kimileri de bu yapıyı Acaib-i Seb'a-i Âlem'den, yani Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri sayıyor. Oysa Yedi Harika Doğu Akdeniz coğrafyası ve cıvarında inşa edilen Antikçağ eserlerinden oluşuyor.
*
Lâkin, bu Âcaib-i Âlem bâbında hakkını yememek lâzım: 1987 yılında Çin Seddi de, bizim Kapadokya ile birlikte UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirasları listesine alındı. Daha sonra dahil edilenlerle birlikte, bu listede bizim 9, Çin'in 29 kültürel ve doğal alanı bulunuyor.
*
Gelgelelim, bizim Çin Seddiyle ilgimiz, bu liste kardeşliğinden ibaret değil.
Çin Seddi'yle Çinlilerin iftihar etmesi anlaşılabilir; fakat biz Türklerin de biraz tuhaf bir şekilde "gurur" duyduğunu başka milletler belki pek bilmez. Tevatüre bakılırsa, Türkler Çin içlerine bitmek tükenmek bilmez akınlar yaparmış. Çinliler de bizden "İllallah" dedikleri için, bu duvarı inşa etmekten başka çare bulamamış. Bakın, biz ne kahramanmışız, herkes bizden işte böyle kokarmış!
*
Çocukça bile sayılamayacak bu ilkel övünme ne zaman, kim tarafından icad edildi bilmiyorum. Ama ortada bilge vezir Tonyukuk'un Orhun anıtlarına yazdırdıkları var. Budununu, damadı İlteriş Kağan'la birlikte Çinlilerden kurtardığını anlatıyor. Demek ki, ortada pek öyle anlatıldığı gibi bir durum yok.
Bunu söylerken, Çinlilerin göçebe kavimlerin saldırılarından korunmaya çalıştıklarının doğru olmadığını kastetmiyorum Herkes saldırıya uğramaktan korkar ve önlem alır. Önlem duvarsa, duvar yapar.
*
Oysa duvarı yapmakla övünmelerini haklı görebileceğimiz Çinliler bizden daha soğukkanlı bakıyor. Özellikle, uzaydan bakarken!..
Bir zamanlar, Çin Seddi'nin uzaydan görülen insan elinden çıkma tek yapı olduğu söylentisi yayılmıştı. Uzay gemisinin penceresinden şöyle aşağıya doğru bir göz atan Amerikalı astronotlar, yılan gibi kıvrılarak uzayan seddi kendi gözleriyle görmüş.
*
Böyle olması Çinlilerin gururunu okşardı, ama Çinli taykonotlar uzaya çıktığında öyle olmadığını gördüler ve gerçeği eğip bükmeden dosdoğru söylediler. Çin'in ikinci insanlı uzay projesi olan "Shenzhou-6" aracıyla uzaya giden Fei Junlong ve Nie Haisheng "Maalesef çıplak gözle görülmüyor" dedi.
*
Ama bu, Çinlilerin Uzun Duvar'la yine de iftihar etmelerine engel değil. Enfes şaraplardan göz dolduran dört çekişli jiplere kadar pekçok malda marka olarak kullanılıyor. Ayrıca kimi resmi kurumların amblemlerinde de var.
*
Çin Seddi'nin pekçok şeye esin kaynağı olması doğal da, beni en çok ilgilendiren edebiyattaki yansıması.
Çin edebiyatı hakkındaki bilgim çok yüzeysel, hele çağdaş Çin edebiyatını hemen hemen hiç tanımıyorum. Dolayısıyla, Çin Seddi'nin yapıldığı ülkenin edebiyatına nasıl yansıdığı konusunda birşey söyleyemeyeceğim. O nedenle, Batı edebiyatındaki izini sürmek istedim.
*
Kuşkusuz benim cehaletim de olabilir, ama ne kadar düşündüysem de aklıma sadece iki örnek geldi. Bunlardan biri, başta da iki cümlesini aktardığım Kafka'nın öyküsü, öteki Jorge Luis Borges'in bir denemesi.
*
Borges'in "Duvar, Kitaplar" başlıklı denemesinde yazdığına göre, Çin Seddi'nin inşa edilmesi emrini ilk kez veren imparator Shih Huang Ti, o emirle birlikte başka bir emir daha verir: Kendi hükümdarlık döneminden önce yazılmış olan bütün kitaplar yakılacaktır! Böylece, bir yandan ülkesini duvarla savunurken, bir yandan da daha önceki imparatorların bıraktıkları bütün izleri silecektir. Yakılmaktan kurtarmak için kitap saklayanlar ise, ölünceye kadar seddin yapımında çalışmaya mahkum ediliyormuş.
*
Bütün bunların gerçek olup olmadığını bilmiyorum. Shih Huang Ti dediği, Qin Shi Huang olmalı. Yani MÖ 259 ile MÖ 210 yılları arasında yaşayan ve Qin hanedanını kuran imparator... Bu hanedanın kurulmasıyla, 254 yıl süren Savaşan Devletler Dönemi sona ermiş ve Çin birleşmiş. Ülkenin adı da bu hanedandan gelir. Borges, imparatorun emirleriyle ilgili olarak söylediklerine mecazî anlamlar yüklemiş olabilir. Burada denemenin içeriğini tartışmaktan çok işaret ediyorum. İlgilenen bulup okuyabilir.
*
Benim asıl dikkat çekmek istediğim Kafka'nın öyküsü. Çünkü yazarın 1931 tarihli "Çin Seddi" başlıklı öyküsü, içeriği itibarıyla, çok ünlü başka bir anlatısının âdetâ tam karşıtıdır.
Kafka'nın 1912'de yazdığı "Dönüşüm" adlı romanı şu cümleyle başlar: "Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu."
Bir ticarethanede gezici memur olarak çalışan Gregor, yatağının içinde kendini hamamböceği olarak bulunca, aklına ilk gelen şey trene yetişmesi gerektiğidir. Yaptığı işi hiç sevmeyen, fakat anne ve babasının patrona olan borcunu ödemek için mecburen çalışan Gregor yaşamının geri kalanını bu biçimde geçirecektir. Bu tiksindirici mecazdan, sistemin basit bir parçası olan küçük adamın kendi yaşamını son derece anlamsız bulduğunu, varoluşun onun için hiçbir şey ifade etmediğini anlarız.
*
Ama "Çin Seddi" öyküsünün kahramanı kendi yaşamına bambaşka gözlerle bakmaktadır.
Öykünün anlatıcısı, Çin Seddi'nin inşaatında çalışan bir kişidir. Sıradan bir işçi değil, eğitimli biridir, ama işin başındaki mimarlardan ya da devlet görevlilerinden de değildir. Parçalar hâlinde inşa edilen seddin kendi çalıştığı bölümünde işin yürütülmesini denetlemektedir. Muazzam bir örgütlenmeyi gerektiren bu büyük işin karmaşık yapısı içinde kendi yerinin bilincindedir. Genel olarak bakıldığında belki toplam işin çok küçük bir bölümünü yapmaktadır, ama bu onu hiç de önemsizleştirmez. Kendi değerini, sıradan bir işçiden çok daha fazla bilmektedir. Hiyerarşik düzeni kavramakta, basamakların böylece tepeye kadar çıktığını görmektedir. Taktik düzeyde bazı şeyleri anlamasa da, işin başındakilerin stratejik amaçlarını çok iyi bildiklerinden ve bütün işi buna göre yönlendirdiklerinden emindir. Böylece, büyük bir amaç için katkıda bulunduğunu bilmek, yaşamını anlamla doldurmaktadır. Yani, belki cim karnında bir noktadır, ama cimi cim yapan da işte o noktadır.
*
Buna başka bir açıdan bakarak Çinli anlatıcının kendi kendini kandırdığını söyleyenler olabilir. Ama birey açısından bakıldığında, o mu yoksa Gregor Samsa mı daha mutludur? Gregor cim karnında nokta olamamışken, Çinli anlatıcı olmuştur.
*
Kişiyi mutlu eden etken, yaşamının anlamlı olduğunu hissetmesiyse, "Çin Seddi" öyküsü ile "Dönüşüm", anlam çizgisinin iki farklı yanını göstermektedir. O bakımdan, bu iki anlatı, birbirinin zıddı istikametlerde ilerleyen yaşamlara ışık düşürür kanımca. Üstelik, şunu da sorabiliriz: Gregor Samsa gibilerinin yaşamından geriye ne kaldı? Çinli anlatıcı gibilerinin yaşamından geriye ise yüzyıllardır ayakta duran dev bir yapı kaldı.
*
Kafka bir yerde şöyle diyor:
"Yol sonsuzdur, ne kısaltabilir ne de uzunluğuna yeni metreler ekleyebilirsiniz. Yine de herkes çocuk gibi elini kullanarak karışla ölçmeye çalışır onu. İlerlemen gereken yol, gerçekten de işte bu karış kadardır, senin hakkındır bu."
*
Son olarak bir başka sözünü daha aktaralım: "Bir noktadan sonra vazgeçmek olanaksızdır. Erişilmesi gereken nokta da, orasıdır."