Bazen belirli mevsimlerde, kimi kuş türlerini büyük sürüler halinde uçarken görürüz. Binlerce, belki de on binlerce kuş, adeta tek bir organizmaymış gibi gökte çeşitli hareketler yaparak değişik şekiller çizer.
Önce bir dalga halinde ilerlediklerini görürüz. O kocaman kitle tatlı bir eğimle salınırcasına uçarken, birden bire acil bir emir almışçasına keskin bir hareketle yön değiştirir.
Ne oldu?
Onlara bu emri kim verdi?
Binlerce küçük varlığa o tek emir aynı anda nasıl iletildi? Hepsi dakik bir ustalıkla, o büyük hava ordusu içindeki yerlerini hiç şaşırmadan, tek hata yapmadan, aniden o çetin manevrayı nasıl yaptı?
Bunu anlamak mümkün değildir. Doğanın hayranlık verici sırlarından biri bu da…
Kimi kuş türlerinden başka, sürüler halinde yaşayan bazı balıklar da böyle hareket ediyor. Dalgıçlık hünerim yok, kendi gözümle tanık olmadım. Ama izlediğim doğa belgesellerinde değişik balık türlerinin de uzun yılların talimiyle kazanılmış gibi aksamadan işleyen ince bir düzene göre hareket ettiklerini görmüştüm.
*
Beijing'e ilk gelişim ile ikinci gelişim arasında yedi yıl vardı. İlk gelişimde dikkatimi hemen çeken tablolardan biri de geniş bulvarlarda gördüğüm bisikletliler ordusu olmuştu. Çeşitli caddelerde gördüğüm o ordular, bana anlattığım bu organizmaları hatırlatmıştı.
Tek tek bisikletlilerin binlercesi bir araya gelmiş kitle halinde hareket ediyordu. Kavşaklarda ani bir hareketle duruyorlar, dönecekleri yöne doğru geç ışığı yanınca, tıpkı serçe sürülerinin o hayranlık uyandırıcı eşgüdüm mucizesi gibi, muazzam bir tekerlekler ordusu halinde akıyorlardı.
Doğrusu, Beijing'e gelmeden önce böyle bir şeyle karşılaşabileceğimi biliyordum. O yıllarda Batılı ülkelerin televizyonlarında değişmez şablonlar vardı. Örneğin Müslüman bir ülkeye ilişkin bir şey gösterilirse ille ezan sesi işitilir. Güney Amerika'dan söz ederken anlatıcının sözlerine karnaval görüntüleri eşlik eder. Rusya, soğan biçimli kubbeleri olan kilise görüntüleri olmadan ekrana gelemez. Beijing ile ilgili olarak gösterilenler arasında ise önce Tiananmen Meydanı'nda ciddi yüzle nöbet bekleyen çakı gibi Çin askerleri, sonra bu bisikletliler ordusu muhakkak yer alırdı. Yani, o görüntüye Beijing'e gelmeden önce de aşinalığım vardı.
Fakat insanın bir şeyin resmini görmesi, televizyondan izlemesi ayrı, kendi gözüyle canlı olarak tanık olması apayrı… Televizyonda gördüğüm zamanlar, zihnimde o eşgüdüm mucizesi kuş kitlesi imgesi uyanmamıştı. Ama kendi gözümle gördüğümde ilk aklıma gelen bu oldu.
*
Yedi yıl sonra bu kez kalmak üzere Beijing'e gelince, gözüm gene o bisikletliler ordusunu aradı. Bisikletliler gene var tabii. Ama kavşaklarda aniden harekete geçip ortak bir manevrayla hep birlikte hareket eden on binlercesinin oluşturduğu ordular yoktu artık.
Taksiyle yolculuk ederken her kavşağa gelişimde belki görürüm diye aylarca dikkat ettim. Ama büyük kavşaklarda artık sayıları yüzün kesinlikle altında kalan bisikletlilerin oluşturduğu toplulukları, ilk gelişimde tanık olduğum o manzaranın teselli edici bir anısı olarak kabul etmekten başka çare yoktu.
Onca bisikletli nereye gitmişti? Tabii ki bisikletlerinden indiler. Ama ya bisikletlerine ne olmuştu?
*
Sonra, sadece iki tekerlekli bisikletliler de değil!... Üç tekerlekli bisikletliler de epeyce azalmıştı.
Üç tekerlekli bisikletle bizde çocuklar oynar. Böyle deyince zihnim bir yerlere doğru çekiliyor. Orhan Kemal'in bir eserinden uyarlayarak Vedat Türkali'nin yazdığı senaryoyla Lütfü Akad ve Memduh Ün'ün birlikte yönettikleri "Üç Tekerlekli Bisiklet" filmini ilk kez çocukken seyretmiştim. O zaman ne Orhan Kemal tanırdım, ne yönetmenlerin adına dikkat ederdim. Aklımda Ayhan Işık ve Sezer Sezin kalmıştı. On yaşında yoktum herhalde. Karmakarışık duygular içinde seyretmiştim o filmi. Hiç unutmadığım ve yaşamımın daha sonraki bölümlerinde yeniden aradığım bir film oldu. Kaçak Hasan baba, kocası uzakta çalışmaya gitmiş olan Hacer anne, Ali de çocuktu. Üç kişilik bu tuhaf ailede Ali ile özdeşleşememiştim. Benim annem ve babam beraberdi. Ama çok etkilendiğimi, filmi perdenin ötesine geçerek yaşadığımı hâlâ hatırlıyorum. Yeni bir yapımında galiba başrolünü Tarık Akan oynamıştı. Ben mi değişmiştim, yoksa bu yapımda o tat mı yoktu, bilmiyorum. Sonra ünlü İtalyan yönetmenlerinden birinin yine üç tekerlekli bisikleti simge olarak kullanan bir filminde de aynı lezzeti yakalar gibi oldum sanki.
*
Üç tekerlekli bisiklet beni nerelere taşıdı. Sinemanın o büyülü dünyasından ve çocukluk anılarımdan silkinip bugünün Beijing'ine dönünce, üç tekerlekli bisikletin burada taşımacılık alanında hâlâ olmadık işlere yaradığını görüyorum.
Bu üç tekerlekli bisikletlerin pedalla çevrilerek hareket ettirilen türlerinin yanı sıra, bir de motorlu olanları var. Fakat nasıl bir motor kullanıyorlarsa, pedallılarından hiç ayrılmıyor. Tek fark, üzerindeki kişinin ayaklarını oynatmadan hafif bir motor mırıltısı eşliğinde hareket etmesi… Çinli tanıdıklarım bunlardan bazılarının elektrikli motorla hareket ettiğini söyledi.
*
Çeşitli meslekleri bu üç tekerlekli bisikletlerde icra edenler gördüm. Bunlarla küçük yük taşımacılığı yapanlar var. Çöp toplayan çevre görevlisi hanımlar bunlardan kullanıyor. Maşa gibi bir aletle yerden aldıkları çöpü arkalarındaki tekerleklerin üstündeki kapalı çöp tankına koyuyorlar. Bu üç tekerlekli basit araçlar üzerinde seyyar satıcılık yapanlar var. Akvaryum balıklarını bunlarla satanını bile gördüm. Bileyicilik yapan yaşlı amcanın takımlarını yüklediği araç da böyle üç tekerlekli bir bisiklet…
*
Bunların motorlu olanlarının üzeri kapatılıp taksi gibi yolcu taşıyanları da var. Bu tipleri daha çok motorlu oluyor. Yağmurlu bir günde metro istasyonundan evinize kadar yürümek istemiyorsanız 4-5 yüen karşılığında birine binebilirsiniz. Yegâne sakıncaları tek kişilik yolcu kapasitesine sahip olmaları...
Ama bunlar da artık az. Beijing'de taksiler yeni ve bol. İstanbul kadar nüfusu olan Beijing'de, korsanlar hariç, 60 bin tescilli taksi var. Yolculuk ücreti ucuz. Şoförler, kaprisli İstanbul taksicileri gibi uzun yol-kısa yol ayrımı yapmıyor. Haliyle üç tekerlekli kutularda yolculuk cazibesini yitiriyor.
Bu, sadece üç tekerlekli yolcu kutusunun taksi karşısındaki yenilgisi mi? Hayır, bisikletin, otomotiv endüstrisi tarafından üretilen taşıtlar karşısında hızlı bir ricat halinde olması Çin'de genel bir eğilim.
*
Çin'e kalmak üzere geldiğimde bisikletlerin azaldığını gördüğüm gibi, başta otomobil olmak üzere motorlu taşıtların sayısının çok arttığını da hemen fark ettim. Üstelik eskiden motorlu taşıtlar arasında belli bir yer tutan üç tekerlekli, ama bisiklet sınıfında olmayan, küçük bir kamyonet gibi görünen motorlu yük taşıtları da artık epeyce azalmıştı.
Bunlara, bazı kavşaklarda hâlâ rastlanıyor. Yük kasalarına sebze-meyve yükleyip satmaya getiriyorlar. Biraz sesli çalışan motorları devamlı açık… Neden böyle yaptıklarını merak etmiştim, ama soramadım. Bir gün karşıdan karşıya geçerken aniden hepsinin tavuklar gibi kaçıştığını görünce nedenini anladım. Zabıta geliyordu. Motoru açık tutmak mecburiyeti varmış demek ki. Biraz önce çil yavrusu gibi dağılan onlar değilmiş gibi, az sonra zabıta gidince tekrar yerlerini almışlardı.
Çin'deki her şey gibi sebze-meyve de çok bol. Gittikçe azalan ölçüde de olsa, sebze-meyvenin bir bölümü bu araçlarda satılıyor. Ama uluslararası markalı alışveriş zincirlerinin, bunların son temsilcilerini de silmesi yakındır. Ferhan Şensoy ve Ortaoyuncular'ın "Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı" oyununun bu Çin versiyonunu görmelerini isterdim.
*
Ortalıktan çekilen onca bisiklete ne olduğu zaman zaman aklıma gelirdi. Bir bayram günü, Uygur asıllı Türkçe spikeri Rukiye Abla'mızı ziyarete giderken, onun o zaman oturduğu sitede üzeri örtülü bir alan gördüm. İçinde dizi dizi bir şeyler vardı. Uzaktan bakınca gri renkli metaller ve yuvarlak şekilleri olduğu görülüyordu. Biraz yaklaşıp dikkatle baktım. Bunlar sıkışık düzenle yan yana konmuş, üzeri toz tutmuş, kimsenin kullanmadığı eski bisikletlerdi. Demek ki o sitedeki insanlar artık kullanmadıkları iki tekerlekli emektar taşıyıcılarını buraya koymuştu.
Bisiklet deyip geçmeyin, öyle mahzun duruyorlardı ki! Sanki taşımacılıktaki asli işlevlerini yitirdiklerini onlar da biliyordu. Artık daha yeni modelleri sadece spor ya da boş zaman değerlendirme amacıyla kullanılacaktı. Yorgun bisikletler yerlerini başka bir taşıta bırakıp sahneden ayrılma zamanının geldiğini anlamış, kendi köşelerine çekilmişlerdi.
*
Çin Uluslararsı Radyosu'nun internet sitesinde okuduğum bir haber, içinde hiç bisiklet sözcüğü geçmese de, aslında onlara ilişkin çok şey anlatıyordu. Bu kısacık haber şöyleydi:
"Çin'in başkenti Beijing'de yaşayan her 100 kişiden 20'sinin otomobil sahibi olduğu bildirildi. Çin Ulaştırma Bakanlığı yetkililerinden Xu Yahua, Çin'de trafiğe çıkan motorlu taşıt sayısının Çin Halk Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1949 yılında yalnızca 50 bin adet olduğunu hatırlattı. Yetkili, buna karşın geçen yılın sonu itibariyle ülkede trafiğe çıkan motorlu taşıtların 646 milyon 700 bin adeti bularak 1949 yılına göre yaklaşık 1300 kat arttığına dikkat çekti."
Demek ki, Beijing'de yaşayan her beş kişiden birinin otomobili var. Ailelerin üçer kişiden oluştuğunu kabul edersek, bu Beijing'deki her 100 kişiden 60'ının yaşamında özel otomobil olduğunu gösterir. Bütün Çin'de ise neredeyse insan sayısının yarısı kadar motorlu taşıt var. Sayı hızla artıyor. Hele yerli yapım küçük otomobillerden kimilerinin fiyatının Türk parasıyla 5-6 bin lira olduğu ve bütçesi dar olan öğrencilerin bile otomobil aldığı düşünülürse, sayının önümüzdeki yıllarda hızla artacağına kesin gözüyle bakmak gerek.
*
Kuşkusuz bu sayılar Batılı ülkelerle kıyaslandığında hâlâ fazla değil. Ama Çin'in muazzam nüfusu göz önünde bulundurulduğunda, karşımıza gene de büyük rakamlar çıkıyor.
Nitekim Batılılar da bunun farkında. Kimi zaman Batılı ülkelerde yayınlanan bazı gazete ve dergilerde Çin'de de özel otomobil kullanımının yaygınlaşmasından duyulan kaygının yansıdığı yazılara yer veriliyor. 100 yılı aşkın bir süredir özel otomobil kullanan ve kişiliğini bile otomobiliyle özdeşleştiren Batılılar, "Ya Çinliler de bizim kadar otomobil kullanırsa dünyamızın hâli ne olur?" diye endişe ediyor. Bu duygu sadece otomobille de sınırlı değil. Genel olarak "Ya onlar da bizim kadar tüketirse" diye tasalanıyorlar.
Herkes Batılılar kadar tüketirse ne olur? Kuşkusuz iyi olmaz. Atmosfere bırakılan gazlar, hava kirliliğinden tutun, sera etkisi nedeniyle küresel ısınmaya kadar çeşitli olumsuzluklara yol açıyor. Ayrıca, sorun sadece kirlilik yaratan gazlar da değil. Batılı yaşam tarzından kaynaklanan ve doğaya geri döndürülmez şekilde zarar veren çok farklı etkenler var.
*
O halde ne yapmalı? Batılıların rahatı bozulmasın diye, dünyanın beşte dördü yoksulluk içinde yaşamaya devam mı etsin? Yoksa bütün insanlık ortak sorumluluk mu alsın?
Büyük insanlık artık bazılarının gül bahçelerini kanıyla sulamak istemiyor.
Doğayla uyum içinde yaşamaktan başka çaremiz yok. Bisiklet orduları artık pek kalmadı. Ama ortak bir kararla uyum içinde birlikte hareket ederek bizleri hayran bırakan kuşlar, balıklar hâlâ var. Birlikte hareket etmenin güzelliğini, büyük bir bütünün içinde uyumla hareket ederek neler başarılabileceğini bize göstermeye devam ediyorlar.
.