Onunla Çin edebiyatından söz ederken, nereden aklıma geldiyse bir zamanlar bir yerde okuduğum bir iddiadan söz ettim. İddia, Çin şiirinin altın çağı Tang Hanedanı döneminde yaşayıp eser vermiş dâhi şair Li Bai ile ilgiliydi. Li Bai, Cemal Süreya'nın ve İlhan Berk'in şiirlerine de konu olduğu için Türk şiirseverlerinin pek yabancısı olmayan bir edebiyatçı.
İddia şuydu: Li Bai'nin annesi, Türk soylu olabilirdi. Nerede, ne zaman okudum, dayanakları neydi? Aklımda hiçbir kaynak kalmamış. Dolayısıyla iddianın ciddiyeti ile ilgili herhangi bir şey söyleyebilecek durumda değildim. Zaten öylesine söyleyip geçmiştim.
*
O sıralarda Qingming Günü yaklaşıyordu. Qingming, her yıl ilkbaharda havanın ısınmaya ve kış boyunca uykuya yatmış olan doğanın canlanmaya başladığı zaman kutlanıyor. Aslında burada "kutlanıyor" derken doğru fiili kullanıp kullanmadığımdan da pek emin değilim. Çünkü Qingmin'e "bayram" demenin uygun olup olmayacağına karar veremiyorum. Gerçi o gün, geleneksel Çin kültüründeki sekiz önemli bayramdan biri olarak kabul ediliyor. Ama gerek o günkü etkinlikler, gerekse taşıdığı anlam bakımdan bence bayram tanımına tam uymuyor. Zaten çevirilerde çoğunlukla bayram yerine "gün" olarak sözü ediliyor. O zaman Qingmin Günü'nde yapılanları da "kutlama" değil, "anma" olarak nitelemek doğru olur. Zaten o gün yapılan da, ataları anma… Hatta Qingmin Günü'nü, başka dillere sık sık "Ataları Anma Günü" olarak çevriyorlar.
*
Geleneksel Çin Ay Takvimi'nde bir yıl 24 zaman dilimine bölünüyor. Bu zaman dilimine başka dillerde bir karşılık bulmak zor… Kimileri "sezon" terimini kullanıyor, ama bu bana pek uygun görünmüyor. Çünkü sezon, "mevsim"in karşılığı olarak kullanılan bir sözcük… Ayrıca, uzunluklarının eşit oldukları varsayımıyla hareket edilecek olursa, sezonlar üç aylık zaman dilimlerinden oluşuyor. Oysa Geleneksel Çin Ay Takvimi'ndeki 24 zaman diliminden her biri ancak yarım ay sürüyor.
İşte Qingming de bunlardan biri. Başlangıcı Miladi takvime göre genellikle Nisan ayının dördüncü, beşinci ya da altıncı gününe rastlıyor. 2010'da 5 Nisan'a denk geldi.
Geleneksel Çin Ay Takvimi'ne göre, Qingming Günü'ne girilince hava ısınmaya başlar, yağmur miktarı artar. Qingming'le başlayan dönem, ekim yapmanın tam zamanıdır. Çinlilerin yaygın olarak kullandığı iki atasözü Qingming'in bu özelliğini anlatıyor. Bunlardan biri şu: "Kavun ve fasulye Qingming Günü'nden bir gün önce veya bir gün sonra dikilir." Öteki de şöyle: "Ağaç dikme işi, Qingming Günü'nden sonraya bırakılmaz." Yani, geleneksel toplumda Qingming Günü, tarımsal üretimle sıkı bir ilişki içindeymiş.
*
Bir yılı meydana getiren 24 zaman dilimi içinde Qingming'in farklı bir yeri var. Ötekiler sadece iklim değişikliklerini gösterirken, Qingming'in başladığı gün geleneksel kutlama veya anmalar yapılıyor.
Her Qingming Günü'nde Hanlar ve başka bazı etnik gruplardan Çinliler atalarını anmak için mezarlıklara gidiyor. Evlatlar ve torunlar mezarların üzerindeki yabani otları temizliyor, mezarlara yeni toprak ilave ediyor, mumlar yakıyor, "ölülere para göndermek" amacıyla özel olarak banknot şeklinde basılmış deste deste kağıdı yakıyor ve mezarların önünde diz çökerek ya da ayakta durarak saygı duruşunda bulunuyor.
Bizim oturduğumuz semtte Babaoshan Mezarlığı bulunduğu için Qingming Günü'nde her yıl özel bir hareketlilik görülüyor. Mezarlık yanında bulunan bazı dükkânlar, atalara saygı etkinliklerinde kullanılan malzemeler satıyor. Bu dükkânların sahipleri başka günlerde de iş yapıyor, ama her halde bütün bir yıl boyunca Qingming Günü'nü iple çekiyorlardır.
*
Söylencelere göre Qingming Günü, MS 206-220 yılları arasında hüküm süren Han hanedanı döneminde başlamış. Ming ve Qing hanedanları zamanında, yani 1368 ile 1911 yılları arasında, ataları anmak için mezarların önünde saygı duruşu geleneği doruğa çıkmış. Bazı kişiler, atalarının mezarları önünde ölülere kâğıt para yakmanın yanı sıra, 10 tabak yemek pişirerek atalarına sunarmış.
Qingming Günü'nde atalarını anmak için mezarlar önünde yapılan saygı duruşu, bir gelenek halinde bugüne kadar sürmüş, ama şimdiki anma etkinlikleri eskisine göre çok daha basit…
Çin hükümeti, 2008 yılında Qingming Günü'nü resmi tatil ilan etti.
*
Qingming Günü denince akla hemen klasik bir şiir geliyor. Bu, "Çin şiirinin altın çağı" olarak nitelenen Tang Hanedanı döneminde yaşayıp eser vermiş şairlerin en büyüklerinden biri olan Du Mu'nun bir şiiri.
Qingming Günü aslında üzüntü ile sevincin iç içe geçtiği bir gün... Aileler atalarını anar, onları özler; ama bahar mevsimi başladığı için, hava kır gezilerine de uygundur. Havanın iyi olduğu ve doğanın canlandığı Qingming Günü'nde kır gezisi yapmak, uçurtma uçurmak ve salıncakta sallanmak, hem eski zamanlarda, hem şimdi en çok rağbet gören eğlenceler arasında...
Ama o gün hava yağmurlu da olabilir. Mevsim koşulları nedeniyle, Qingming Günü yağmur yağma olasılığı aslında çok yüksektir. Yağmurlu ve kapalı bir gün, insanların atalarını ve yakınlarını anarken duydukları hüzne de uygundur.
İşte Du Mu'nun "Qingming" şiirinde, gökyüzünün de ağladığı böyle hüzünlü bir hava betimleniyor:
Qingming Günü'nde yağmur hiç dinmiyor,
Erkek ve kadın, yolcular yolda hüzünle ilerliyor,
Çoban çocuğuna soruyorlar: Bir yerde meyhane var mı?
Çoban çocuğu, kayısı çiçekleri arasındaki köyü işaret ediyor.
*
Gerçek bir yaşam betimlemesi olan bu şiiri Du Mu kendisi de çok beğenirmiş. Bununla ilgili bir hikâye çok ünlüdür. Du Mu, meyhaneye her gittiğinde "Qingming" şiirini okurmuş ve her seferinde başka müşterilerin dikkatini çekermiş. Şairin hayranlarından biri olan yaşlı bir kişi, bu şiiri defalarca dinledikten sonra kendisi de ona benzeyen bir şiir yazmış. Sonra o da Du Mu gibi şiirini meyhanede okumuş. Du Mu, ihtiyar heveslinin şiirini beğenmemiş ve çok sayıda sözcük tekrarı olduğu için eleştirmiş. Ama o, "Ben senin şiirlerinin özünü benimsedim" diyerek, "Qingming" şiirinde geçen bazı tekrarları göstermiş. Du Mu, onu haklı bulmuş. İkisi birlikte içki içmeye başlamışlar ve gün ağarıp iyice sarhoş olana kadar sohbet etmişler. Şair Du Mu, sarhoşluğundan ayıldıktan sonra bir daha hiç kibirli davranmamış ve şiir yazarken çok titizlenmeye başlamış. Böylece şiirleri giderek daha çok beğenilmiş.
*
"Qingming" şiiri sadece şair Du Mu'ya ün kazandırmakla kalmamış, Çin'de ünlü bir içki markası olan "Kayısı Çiçeği"nin tanınmasını da sağlamış. "Qingming" şiirini okumuş olan her Çinli, bu güzel içkiyi içme isteği duyar, içtikten sonra da şiirde anlatılan kayısı çiçekleriyle dolu, yağmurun ince ince ve hızla yağdığı, yolcuların hızlı hızlı yürüdüğü Kayısı Çiçeği adlı köyü arayıp bulmak istermiş.
*
Du Mu'nun, "Çin şiirinin altın çağı" olarak nitelenen Tang Hanedanı dönemi şairlerinin en büyüklerinden biri olarak nitelendirildiğini söyledim. Ama hiçbir büyük sanatçı gökten zembille inmiyor. Nasıl kendisi de ardından gelenleri etkiliyorsa, o da kendinden önceki büyük sanatçılardan etkilenmiş oluyor.
Du Mu'yu en çok etkileyen şairlerden biri, Du Fu olmuş. Yine Tang döneminin en önemli şairlerinden biri olan Du Fu, MS 712 ile 770 yılları arasında yaşamış. Ünlü şair Du Shenyan'in torunu olan Du Fu, zeki ve çalışkan bir çocukmuş. İlk şiirlerini 7 yaşındayken yazmış.
Ne var ki, bu becerisine rağmen yaşadığı süre içinde fazla tanınmamış. Fakat sonra, çok yetenekli bir şair olarak kabul edilmiş. Eserleri Çin kültüründe önemli bir yere sahip olmuş. Çinliler tarafından "tarihi olayların şairi" olarak tanımlanırken, Batılılar tarafından "Çin'in Shakespeare'i" olarak nitelenmiş.
Du Fu eserlerinde kendini, "ülkesine hizmet etmek isteyen bir kişi" olarak tanımlamış. 755 yılında meydana gelen An Lushan İsyanı'ndan sonra yaşamında zorluklarda dolu bir dönem başlamış ve geri kalan ömrünü büyük sıkıntı içinde geçirmiş. Çünkü bu isyanda saraya karşı köylüleri desteklemiş. "Taishan Dağı'nın zirvesinden uzaklara bakılınca, diğer dağlar hep küçücük görünüyor" şeklindeki ünlü beyit onundur. Zaten sarayla arasında hep bir mesafe varmış. Saraya hiç gitmemiş. Ama şiirleri saray kütüphanesinde yer alırmış.
*
Du Fu'nun yaşadığı dönemde fazla ünlü olmadığını söyledim, ama onun yeteneğini daha yaşarken fark eden biri varmış. Bu, Tang Dönemi'nin dahi şairi Li Bai... Onu yakından tanıyan Li Bai, Du Fu'yu "yaşamış en büyük Çinli şair" olarak tanımlamış. Li Bai ile Du Fu aslında arkadaşmış.
İşte gene Li Bai'ye geldik.
Onların da yaşadığı zaman olan Tang hanedanında klasik Çin şiiri doruğuna ulaştı. Çok sayıda seçkin şair bu dönemde yaşayıp eser verdi. Çin'in kültürel mirasının bir bölümünü oluşturan bu şiirler, aynı zamanda dünya edebiyat hazinesinde yer alan parlak birer inci sayılıyor.
"Dahi Şair" Li Bai ise, Tang şairlerinin en seçkin temsilcisi olarak kabul ediliyor. Şiirleri bugün bile ders kitaplarında yer alıyor.
*
701 ile 762 yılları arasında yaşayan Li Bai, çocukken çeşitli kitaplar okuyarak olağanüstü bir edebi yetenek göstermiş. Bağımsız bir karakteri olan Li Bai, hayatının büyük bölümünü gezerek geçirmiş. Edebi yeteneğiyle imparatorun dikkatini çekince, başkent Chang'an'a, yani bugünkü Xi'an kentine çağrılmış. İmparatorun niyeti onu kendi edebiyat görevlisi olarak çalıştırmakmış. Ancak doğuştan gururlu olan Li Bai, zamanın memurları arasındaki yolsuzluklardan tiksinti duyarak kısa bir süre sonra görevini terk etmiş ve gezmeye devam etmiş. Daha sonra savaş çıkınca çok üzülmüş. Savaşa karışmaktan kaçınmaya çalışmış, ama bir süre sonra savaşa bulaşan Li Bai sürgüne gönderilmiş. Sürgün yolunda af gelmiş, fakat o yine de yolculuğuna devam etmiş. Sonunda hastalıktan ölmüş.
*
Rütbeye ve sınıf ayrıcalıklarına önem vermeyen, ancak siyasete yoğun ilgi duyan Li Bai, bütün heyecanını şiirlerine yansıtmış. Böylece kendi öznel üslûbunu oluşturmuş. Bu nedenle Li Bai'nin şiirlerinde nesnel varlıklar ve somut olaylarla ilgili anlatımlar pek bulunmaz.
Romantik bir kişiliği olan Li Bai kolayca heyecanlanırmış. Kendi gerçek duygularını, içki temalı şiirlerinde veya içki içtikten sonra yazdığı yorumlu şiirlerinde ifade ettiği görülüyor. "Qiang Jin Jiu" şiiri, onun en seçkin eseri sayılır.
"Qiang Jin Jiu"nun anlamı şudur: Buyurun, içki için. Ona göre, hayattaki en büyük mutluluklardan biri insanın arkadaşlarıyla içki içip sohbet etmesidir. Li Bai, içindeki şiddetli duyguları, siyasi emellerine ulaşamadığı ve yönetimdeki yolsuzluktan şikayet ettiği dönemde yazdığı şiirlerinde yansıtır.
"Görmedin mi, gökten geliyor Sarı Nehir'in suyu,
Denize doğru akıyor, geri dönmez şekilde,
Görmedin mi, anan-baban aynada gördükleri o ak saçlara üzülüyor,
Sabah daha simsiyahken, akşam olunca kar gibi bembeyaz olan saçlara..."
Bu dizelerde, denize dökülen nehir suyu gibi hızla akan zaman karşısında duyulan hüzün ifade ediliyor.
Üzüntü kaçınılmaz, ama Li Bai aslında karamsarlıktan çok neşeye değer veriyor. Bir beyti şöyle:
"Mutlu bir şey varsa hayatında, eğlen mümkün olduğunca,
Kadehin boş kalmasın sakın Ay'ın karşısında."
Bu iki dize yaşamında büyük çalkantılar meydana gelen şairin iyimser karakterini de yansıtıyor.
Li Bai, elbette sadece "Qiang Jin Jiu" şiiriyle tanınmıyor. Daha pek çok ünlü şiiri korunmuş. Çin şiir bahçesinin en ünlü çiçekleri onun adıyla anılıyor.
*
Qinming Günü yaklaşırken gene bir sohbette ona Li Bai ile ilgili iddiayı aktardığımı hatırlattı bana. Oysa ben çoktan unutmuştum öyle bir şey söylediğimi. Ama o unutmamış ve malzeme açısından kıt olanaklarıyla da olsa araştırmış. Bana söylediklerinden, Li Bai'nin annesinin kökeniyle ilgili iddia hakkında kesin bir şey söylenemeyeceği sonucunu çıkardım. Ama nereden kaynaklanmış olabileceğiyle ilgili olarak şunları anlattı:
Tang Hanedanı, Tai-yuan ilinin valisi Li Yuan ve Doğu Türk Kağanı İşbara'nın anlaşmalarıyla kurulmuş. Bu hanedanın ordularını İşbara'nın komutanları yönetmiş. Çin'in farklı yerlerine onun ülkesinden insanlar gelmiş. Türk soylu binlerce aile başkent Chang'an'a yerleşmiş. Bunlar Tang Hanedanı'nın siyasi ve askeri her kanadında yer almış. Sinolog Edward Schafer'e göre, bu insanların yemekleri, müziği, kıyafetleri hanedanın modası haline gelmiş. Kadınlar Türk soyluların makyajını taklit edermiş. Erkekler sefere çıktıkları zaman kalpak giyermiş. Kıyafetlerin tamamına Türk modası egemen olmuş. Bu modada öyle ileri gitmişler ki, bazı soylular hiç alışık olmadıkları halde çadır hayatına uyum sağlamaya çalışıp, şehir içinde bile çadır kurmaya başlamışlar. İmparatorlar dahi modayı takip etmek için çadırlarda kalmışlar. İmparator Tang Tai-Zong'un oğlu Li Zheng Qian Türkçe konuşur, Çince konuşmazmış. Saraya gerçek bir gök çadırı kurdurmuş. Kağan gibi giyinir, kurt başlı bayrağın altında otururmuş. Hizmetkârları bile onların elbisesini giyermiş. Li Bai'nin annesi ile ilgili iddia için şu söylenebilir: Çin'e Türk soyluların getirdiği moda varken, o soya ait biri de olabilir, onların getirdiği modaya uyan bir Çinli de...
*
Li Bai'nin annesinin Türk soylu olup olmaması aslında çok önemli değil. Muhtemelen şairin kendisi de önem vermezdi. Li Bai bizim ülkemizde böyle bir olasılık bulunduğu için değil, üstün sanat değeriyle sevildi. Seviliyorsa, demek ki bizim yüreğimize hitap ediyor. Madem bizim yüreğimize hitap ediyor, o zaman bizimdir.
Kendi büyük şairlerimizden Cemal Süreya da onu işte bu yönüyle bizden saydığı için, bir şiirinde anlatmış. Yine önemli şairlerimizden İlhan Berk de onu bizden gördüğünden, Li Bai'yi okumanın ne anlama geldiğini kendi dizelerine yansıtmış.
Ay'ın Yangtze nehrindeki yansısını kucaklamak isteyen Li Bai'nin ölümünü, adını "Li Po" yazılışıyla anarak Cemal Süreya şöyle anlatır:
Kimsenin ölümü,
Çinli şair Li Po'nunki kadar güzel olamaz.
Li Po sandaldaydı, yeterince içmişti.
Hava açıktı.
Günaçığı değil de, ayaçığı bir gece.
Li Po, ayın sudaki görüntüsünü bütünüyle kucaklamak istedi. Bunun için suya sarktı.
Kollarını gepgeniş açarak daha da sarktı.
İlhan Berk'in "Li Po'yu Okurken" başlıklı şiiri de şöyle:
Koyundu ilkçağda ölçüsü buğdayın, bezin, aletin
Ve altının:
40 gr. buğday,
1 koyun, 20 metre bez.
2 balta, 3 gr. altın
Altın aldı sonra yerini buğdayın, bezin, aletin,
Yani ilk dolaşım,
Ve:İlk kağıt para Çin'de görüldü,
Li Po, Çin şairlerinin
en büyüğü
İlk sarsıntı.
O gün yavaş yavaş bıraktı sakalını, bıraktı uzasın
Çin şiirinde büyük bir dönüşüm, bir sarsıntı meydana getiren büyük şair Li Bai, Yangze sularına yansıyan Ay'da muhakkak Chang'e'yı görmüştü. Onu kucaklamak zorundaydı. Çünkü başka insanlardan farklı bir yeri vardı onun. Zaten bunu kendi de "İnsanlardan Öte" adlı şiirinde anlatmıştı. Cevat Çapan'ın konuşturduğu Türkçeyle Li Bai şöyle diyor bu şiirinde:
"Neden oturuyormuşum yeşil dağda, bunu soruyorsun;
Susup gülümsüyorum, hiçbir şey umurumda değil çünkü.
Dereye düşen şeftali çiçeği nasıl süzülüp giderse bilinmezliğe,
Ayrı bir dünyam var benim de, insanlardan öte"
İşte o farklılık nedeniyle bugün Li Bai'nin yüzyılların ötesinden bize ulaşan sesini seviyor ve Çin edebiyatının bu büyük evladını biz de kendimizden sayıyoruz. Evet, o bizden. Çünkü bütün insanlığın kültür hazinesine ait.