Türk yazınının en eski örneklerinden olan Orhun Yazıtları'nda, Bilge Tonyukuk anıtı şöyle başlıyor:
"Ben Bilge Tonyukuk, Çin'de doğdum."
Türk yazınının ilk örneklerinin ilk cümlesinde Çin var.
Oysa bugün Çin edebiyatından yapılan çeviriler neredeyse yok denecek düzeyde. Hele Çin edebiyatının belli başlı yapıtlarının hiçbiri doğrudan yapılan çevirilerle dilimize kazandırılmamış. Batı dilleri üzerinden yapılan bir-iki çeviri, iyi niyetli bile olsa zavallı girişimler olmaktan öteye geçememiş. Kendine özgü tarihsel koşullarda doğan Çin romanının en seçkin örnekleri ise Batı dilleri üzerinden bile çeviri girişimlerinin konusu olmamış.
*
Çin'de roman geleneğini ve Çin klasik romanlarını araştırırken, seçkin örneklerinden herhangi birinin Türkçeye çevrilip çevrilmediğini merak ettik. Bunların hepsi İngilizceye ve öteki bazı Batı dillerine çevrilmiş romanlardı. Hatta internette bunlarla ilgili metinlere ulaşacağımız sayfalar bile vardı. Türkçeye çevrilip çevrilmediğini anlamak için önce kitap sitelerinde bir araştırma yaptık. Ama bu girişim sonuç vermedi.
Çevrilmediğini düşündük, fakat yanılmış da olabilirdik. Ortada "Batı'ya Yolculuk" romanının çevrildiğiyle ilgili bir söylenti de vardı. Emin olmak için en iyisi, konuyu bir bilene sormaktı. Biz de Ankara Üniversitesi DTCF Sinoloji Bölümü'nü aradık ve araştırma görevlisi Gürhan Kırilen'e sorduk.
*
Çin klasik romanları Türkçeye çevrilmemiş. Bu konuda girişimler olmuş, ama sonuçsuz kalmış.
Kırilen'in, özellikle Çin romanının en iyi örneği, hatta dünya çapında en iyi roman örneklerinden biri olarak gördüğü "Kızıl Köşkün Rüyası"nı çevirme projesi varmış. Üstelik romanın bir kısmını çevirmiş de... Bölüm öğrencileri derslerde bu çeviriden yararlanıyormuş. Diğer klasiklerden daha geç bir dönemde, 18. yüzyılda yazılmış olan bu romanın içerdiği ayrıntılı betimlemelerle edebiyat tarihi açısından çok önemli olduğunu ve çevirisinin bir an önce Türk okuyucusuna sunulması gerektiğini düşünüyor. Kırilen, bu konudaki sorunlarla ilgili olarak şunları söyledi:
"Çeviri, zaman ve uğraş gerektiren, bu açıdan desteklenmesi gereken bir iş. Ayrıca ustalık işi… Bir kere yapılıyor ve bunun iyi yapılması gerekiyor. Ama ülkemizde, hem çeviri işini destekleyen kurumsal bir yapı yok, hem de çeviri konusunda yetkin olan kişi sayısı az. Çeviri dil açısından özen gerektirirken, romanın barındırdığı tüm kültürel öğelerin de çevirmence doğru olarak anlaşılması gerekiyor. Romana ait tüm duygular iyi ve tam olarak yansıtılmalı."
*
Kırilen bu nedenle, en iyi Türkçe çevirinin Çinceyi çok iyi bilen, Çin kültürünü özümsemiş bir Türk tarafından yapılabileceğini savunuyor. Bu mümkün olmadığı takdirde, çok iyi Türkçe bilen ve Türk kültürünü de yakından tanıyan yetenekli bir Çinli çevirmenin yapacağı çevirinin de, iyi bir redaksiyonla yeterli olabileceğini düşünüyor.
Kırilen'e göre, Çinceden çeviri faaliyetlerinde her hangi bir ilerleme kaydedilememiş olmasının nedenlerinden biri de Çin Dili ve Edebiyatı bölümünün olmaması. Üniversitelerin şimdiki akademik durumunu şöyle anlattı:
"Ankara Üniversitesi DTCF bünyesinde bulunan Sinoloji Bölümü, Atatürk'ün emirleriyle kurulmuş. Çince bölümünün kuruluş amacı, Türk tarihinin Çince kaynaklardan araştırılmasıymış. Özel olarak Çin edebiyatı üzerinde hiç durulmamış. Çok yakın bir tarihte Erciyes Üniversitesi'nde Çin Dili ve Edebiyatı Bölümü açıldı, yaklaşık beş-altı yıl oluyor. Burası da hem kaynak, hem de öğretim görevlisi bakımından yetersiz. Özel üniversitelerde açılan bölümlerde ise ticari kaygılar ön planda. Mütercim-tercümanlık bölümünde Çince bilmeyen Türkler ve Türkçe bilmeyen Çinliler görevli. Genel tablo pek iç açıcı değil."
*
Kırilen, çevirinin ne kadar özen gerektirdiğini vurgularken şu örneği veriyor:
"Çin'de klasik romanlar, enstitüler kurularak inceleniyor, araştırılıyor... Her roman için üniversitelerin bünyesinde ayrı enstitüler var. Örneğin "Kızıl Köşkün Rüyası" için "Hong-Shu" enstitüleri var. Eğer Çinliler kendi dillerinde yazılmış olmalarına rağmen, bu romanları incelemek için bu kadar derinlikli araştırmalara ihtiyaç duyuyorsa, demek ki, bunların başka bir dile çevrilmeleri daha ayrıntılı ve yetkin ekiplerle yapılacak çalışmaları gerektiriyor. Bu, Türkiye'de şimdiye kadar ihmal edilmiş bir alan."
Sinoloji bölümünde kendisiyle birlikte sadece iki asistanın olduğunu, profesör olan bölüm başkanı önderliğinde çalışmalarını yürüttüklerini söyleyen Kırilen, sayı olarak az olsalar da gereken destek verildiği takdirde, romanların çevrilmesi için her türlü çalışmaya hazır olduklarını vurguladı.
*
Sinoloji, Türkiye'de bilimsel bir çalışma alanı olarak işe Türk tarihinin kaynaklarını araştırma hedefiyle başladı. Bu hedefe ne ölçüde varılabildiği çok tartışma götürür. İşin doğrusu, ortada bir iki kitaptan başka bir sonuç yok. Ama başlangıçta konan hedefe varılmış olsa bile, dünyada bütün insani bilimler arasında en hızlı gelişen disiplinlerden biri olan Sinoloji sadece bu dar alana mı hapsedilmeli? Diyelim ki, Çin kaynaklarını tarayıp eski Türk tarihiyle ilgili kayıtları bulduk… Peki sonra? Sinoloji'yle işimiz bitmiş mi olacak?
Çeviri bir toplumun başka toplumlara açılan pencereleri diye tanımlanıyor. Çin kültürüyle bizim aramızda da böyle pencereler varmış ki, tarihimizi hep onunla anıyoruz. Yani, Çinceden çeviriler sadece yükselen Asya'ya yüzümüzü dönmenin dışında, geçmişimizde zaten açılmış olan pencerelerin zamanla üzerine inmiş olan perdeleri kaldırmak gibi olacak… Hele romanlar… Romanlar, bir toplum hakkında bilgi veren en önemli sanat yapıtları. Çevrilen roman olunca, bir çok pencere ve hatta kapı açılacak aramızda.
Kendi tarihlerinin köklerini Çin kaynaklarında görmeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen birçok ülke Sinoloji alanında muazzam çalışmalar yapar, Çin edebiyatını kendi dillerine aktarırken, Türkiye'nin bu alandaki hâli içler acısı.
*
Oysa Çin, Türk edebiyatının sadece başlangıcında kalmamış. Tarihte Türkçe konuşan toplulukların ilk bilinçli çeviri eylemi Orta Asya'da görülmüş. Burada yapılan kazılarda bulunan ve 8. yüzyıl ile 13. yüzyıl arasında yazıldığı anlaşılan Uygurca metinlerin çoğu çeviri... Budizm, Manicilik ve Hıristiyanlıkla ilgili olan bu metinler, Sanskritçe, eski Farsça, Süryanice, Tibetçe ve Çinceden çevrilmiş. Bu çeviri süreci, bir yandan yeni bir kültür oluştururken, bir yandan da Orta Asya Türkçesinde 8. yüzyıla kadar bulunmayan yabancı terim ve deyimlerin Uygur Türkçesi'ne girmesine yol açmış.
Hindistan'dan yola çıkan Budist rahipler kuzeye ve doğuya doğru ilerlerken Hunlara, Göktürklere, Uygurlara rastlamışlar ve bu karşılaşma Türk dilleri konuşan boyları önemli ölçüde etkilemiş. Xinjiang, Budizm'in yayılmasında en önemli yer olmuş. Sınırları içinde bulunan Kuça şehri de önemli bir merkez durumundaymış. Burada bulunan ve MS 3. yüzyılda yapıldığı belirlenen Subaş Tapınağı, çeşitli yerlerden gelen çok sayıda Budist rahibin toplanma ve Budizm'i yaymak üzere dağılma noktasıymış. Burası, daha sonra, 6. yüzyılda, 6 bin Budist rahibin haftalık toplantılarına mekân olmuş.
*
Gözümüzün önünde binlerce çevirmenin durmaksızın çalıştıkları şehirler canlanırken, bilme tutkusunun ateşini yüzyıllar ötesinden hissettiren bir şey daha dikkatimizi çekiyor. O dönemlerde devletler arasında kitap alışverişleri yapılırmış. Buna takas demek daha uygun olur. Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre, bu kitap takasları tutanaklara geçirilirmiş. Kimin hangi kitapları aldığı, karşılığında hangi kitapları gönderdiği ayrıntılı olarak kaydedilirmiş.
Kitaplara olan düşkünlüğüyle bilinen Hükümdar Meng Xun, ülkesindeki merkezlerde yapılan çevirilerle hazırlanan Budist metinleri Sung Hanedanı'nın sarayına göndererek, istediği tarih kitaplarının bulunduğu listeyi de bunlara eklermiş. Böylelikle hem istediği kitaplara kavuşurmuş, hem de Çinlilere çok sayıda sutranın çevirisinin ulaşmasını sağlarmış. Meng Xun'den sonra tahta geçen Mu Qian de babası gibi yaparak, sutra çevirilerini Sung Hanedanı'na gönderiyormuş. Ama karşılığında özellikle, kendi soydaşlarının kurduğu Chao devletinin günlüklerini istermiş. Türklerin tarihi açısından çok önemli bir yeri olan bu günlüklere ne olduğu hâlâ bilinmiyor. Ama çevirisi yapılarak Çinlilere gönderilen sutra metinlerinin hem bölge hem de dünya inançları üzerindeki etkisi çok açık olarak görülebiliyor.
*
Sudur ve catiklerin dışında, Uygur edebiyatının önemli çeviri eserlerinden biri de "Xuan Zang Biyografisi"… Ünlü Çin romanı "Batı'ya Yolculuk"a da kaynak olan bu eser, Xuan Zang adında Çinli bir Budist rahibin MS 630-647 yılları arasında, Xinjiang üzerinden Hindistan'a yaptığı seyahati anlatıyor. Bunu da ünlü şair ve çevirmen Beşbalıklı Seli Tutung çevirmiş. 10. yüzyılda çevirisi yapılan eser, Türklerin 7. asırdaki yaşamları hakkında önemli bilgiler veriyor.
Xinjiang'daki çeviri faaliyetlerine tanıklık eden Xuan Zang'ın kendisi de çeviri kıvılcımını taşıyanlardan olmuş. 17 yıllık seyahatinin sonunda, 657 adet Sanskritçe metinle ülkesine dönmüş. Büyük bir çeviri bürosu açarak bunları Çinceye çevirmiş.
Uygurlar Budist metinlerden o kadar çok çeviri yapmışlar ki, özgün kaynak dili olan Sanskritçeyle yazılmış olan kimi metinler günümüze ulaşamadığı için, öğretileri anlamakta Uygurca çevirilerinden yararlanılıyormuş.
*
Bütün dünyada olduğu gibi Türk fikir ve edebiyat tarihine bakılınca da toplumsal gelişme ile çeviri arasındaki yakın bağı görebiliyoruz. Toplumsal yapıya bağlı olarak gerçekleşen her atılımın, kültür değişiminin olduğu dönemde çeviri konusu gündeme gelmiş.
Bu durum daha sonra, İslamiyet'in benimsenmesinde de karşımıza çıkıyor. Müslüman olmadan önce İran kültürünü tanıyan Türkler, bu kez benimsedikleri din dolayısıyla Arapçanın ve Arap kültürünün etkisine de açılmışlar. Elde bulunan bilgilere göre Kuran ilk kez, aralarında Türk üyelerin de bulunduğu bir kurulca 10. yüzyılın ilk yarısında Farsçaya çevrilmiş. Türkçe çevirinin de o sırada, belki de aynı kurulun Türk üyelerince yapıldığı sanılıyor. Bugünkü Kuran çevirilerinin bu ilk çeviriden kopyalandığı varsayılıyor.
*
1939 yılında toplanan I. Neşriyat Kongresi''nde klasiklerin Türkçeye çevrilerek yayımlanması kararlaştırıldı. Bunun üzerine kurulan Tercüme Bürosu'nda Sabahattin Eyuboğlu ve Nurullah Ataç görevlendirildi. Böylelikle düzenli, belli yöntemlere bağlı, etkili bir çeviri süreci başladı. Başka usta çevirmen ve yazarlarla da işbirliği yapılarak birçok dilden, yüzlerce klasik eser Türkçeye aktarıldı.
*
Nazım Hikmet hapisteyken, Hasan Ali Yücel, ondan Tolstoy'un "Savaş ve Barış"ını çevirmesini ister. O yılarda Nurullah Ataç ve Sabahattin Eyuboğlu Tercüme Bürosu'nda çalışmaktadır. Ataç ve Eyuboğlu, Batılı eserleri, Yunan düşünürlerinin eserlerini, klasikleri, çeviri kokmayan bir şekilde, Türk okurunun yazılanları kendine çok yabancı bulmadan okuyacağı bir üslûpla çevirmeye başlamış. Nazım Hikmet, bu çeviri anlayışından pek memnun değilmiş. Kemal Tahir'e hapisten yazdığı mektuplardan birinde şöyle diyor:
"Ben tercümeden şunu anlıyorum: Tercüme edilen eserin yüzde yüz Türkçeleştirilmesi değil… Yani tercüme romanı okuduğun zaman, sanki onu bir Türk muharririnin yazdığını sanmayacaksın. Bilâkis onu hangi milletin, hangi devirdeki muharriri yazmışsa o milletin, o devirdeki o muharririni okuduğunu anlayacaksın. Yani tercümede bir Rus muharriri ile bir Fransız muharriri tercümeyi yapan Türk muharririnin diliyle, kendi dilleriyle konuşacaklar. (...) Tercümede nasıl muhteva adaptasyonu bir kepazelikse, şekil adaptasyonu da öyledir. Hem, benim kanaatime göre şu dediğim prensip kabul edilirse, muhtelif lisanların birbirlerini zenginleştirmeleri ve kendi dar hudutları içinde kalmayıp kapılarını birbirlerine açmaları mümkün olur. (...) Son söz: Ben Nasuhi Baydar'ın, Nurullah Ataç'ın, Reşat Nuri'nin, filânın Türkçesini değil, Türkçede Tolstoy'un Rusçasını, Anatol Frans'ın Fransızcasını, tekrar ediyorum Türk dilinde, onların dillerini okumak istiyorum."
*
Çin edebiyatının belli başlı eserlerinin Nazım Hikmet'in burada tanımladığı anlayışla yapılmış çevirilerini okumak acaba Türk edebiyatseverlerine ne zaman nasip olacak? "Batıya Yolculuk", "Bataklık Kaçakları", "Üç Krallığın Öyküsü" ve "Kızıl Köşkün Rüyası"nı, yazarlarının Çincesiyle, ama onları Türk dilinde anlayarak, onların dillerini hissederek okumanın en kısa zamanda kısmet olmasını dileyelim.
O zaman Çinlilerin Tūnyùgǔ, ya da Ashide Yuan-zhen adıyla tanıdığı Bilge Tonyukuk, yüzyılların ötesinden bize kaygıyla bakıp "Men Bilge Tonyukuk, özüm tabgaç iliñe kılıntım. Türk budun tabgaçka köörür erti" demeyecek, tersine Çin ile eşitlik ve karşılıklı yarara dayalı dostça ilişkiler kuran torunlarına ferah bir yürekle ve gülümseyen bir yüzle bakıp gurur duyacak.