Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihinde bir devre adını veren lale, 1593 yılında Hollanda'ya götürülmüş. Hollandalılar tarafından çok beğenilen lalenin kısa sürede borsası oluşmuş ve bir spekülasyon nesnesi haline gelmiş. Bir aralık, tek bir lale soğanı için bir ev fiyatı kadar para ödendiği olmuş. Bu ortamda birçok zengin işadamı bütün paralarını lale soğanlarına yatırmış ve 3 Şubat 1637 günü, iyice şişen fiyat balonu aniden patlamış. Birkaç saat içinde sayısız kişi muazzam servetler kaybedip beş parasız kalmış.
Kimilerinin iddiasına göre, tarih bu kez Çin'de tekerrür ediyor. Ama epey farklı bir kokuyla...
Bu kez soğangiller familyasının başka bir üyesinin fiyatı hızla artıyor. Şimdi spekülasyon nesnesi olan bitki, sarmısak.
Evet, kokuları itibarıyla karşılaştırılması mümkün olmasa da, sarmısak ile lale aslında akraba.
Lale deyince, kimilerinin aklına hemen Alexandre Dumas'nın ünlü romanı "Siyah Lale" gelecektir. Ama sarmısaktan söz edince, hele kimilerinin bu bitkiyi tutkuyla sevdiklerini düşününce benim aklıma Kolombiyalı ünlü yazar Gabriel Garcia Marquez'in "Kolera Günlerinde Aşk" adlı romanı geliyor. Nobel ödüllü usta yazar, daha delikanlılık öncesinde âşık olup terk edilen bir sevgilinin yaşlılık günlerine dek süren tutkulu sevgisini anlattığı romanında, bu aşkı ölümcül ve bulaşıcı bir hastalık olan koleraya benzetiyor.
Aklıma bu romanın gelmesinin nedeni, burada sözünü edeceğim konunun yine saplantılı bir sevgi olması. Çünkü kimi insanların sarmısak düşkünlüğü, herhangi bir mantıklı açıklaması olmayan kara sevda gibi bir şey. Daha çocuklukta başlayıp ölene kadar devam ediyor.
Sarmısak tutkusu şimdi, tıpkı o romandaki gibi, bulaşıcı hastalık günlerinde de sürüyor. Üstelik sürükleyici bir roman için gereken öteki unsurlar da fazlasıyla mevcut. Aşk, ihtiras, entrika, para, ne arasanız var.
Konuyu ben anlatınca belki banal gelebilir, ama usta bir yazar bundan çok başarılı bir eser çıkarabilirdi. Zaten büyük yazarları diğerlerinden ayıran, ele aldıkları konunun olağanüstü olması değil, onu işleme tarzıdır. Ben yetenekli bir romancı olmadığım için konuyu ana hatlarıyla anlatmakla yetineceğim.
Birçok Çinli, sarmısağın H1N1 gribine karşı aşı kadar koruyucu olduğuna inanıyormuş. O kadar ki, İngilizce yayınlanan China Daily gazetesinin geçen hafta yazdığına göre, Zhejiang eyaletinin merkezi Hangzhou'da bir okul 180 kilogram sarmısak satın alarak öğrencilere yedirmiş.
İnsanlar hastalıktan koruyacağı inancıyla bu nahoş kokulu yumruya hücum edince, fiyatlar tavana vurmuş. Bugün sarmısak, geçen Mart ayında olduğundan 15 kat daha pahalı bir fiyatla satılıyormuş.
Uzmanlar, sarmısak fiyatlarının balon gibi şiştiğine işaret ederek patlama tehlikesinin bulunduğuna dikkat çekiyor. Morgan Stanley China'da görevli analizcilerden Jerry Lou Financial Times gazetesine, sarmısak piyasasına spekülatörlerin de girdiğini belirterek "Bütün tarihsel deneyimler, fiyat balonlarını patlamaların ve çöküşlerin izlediğini gösteriyor" demiş,
Durumdan endişe duyan Çin Ticaret Bakanlığı internet sitesinde bir makale yayınladı. Yazıda, sarmısağın H1N1 gribine karşı aşı kadar etkili olmadığını söyleyen geleneksel Çin tıbbı uzmanlarının görüşlerine yer veriliyor. Ama nafile! Sarmısağa hücum yoğunlaşarak sürüyormuş.
Tabii bu durumda sarmısak sıkıntısı baş gösterdi. Ama sıkıntının nedenleri konusunda rivayet muhtelif. Örneğin, Shanghai'daki Dagu et ve sebze pazarında satıcılık yapan Zhang Weidong, China Daily gazetesine şöyle demiş: "Yabancılar H1N1 gribiyle mücadele etmek amacıyla Çin'den sarmısak satın aldıkları için bizim ülkemizde sıkıntı meydana geliyor."
Ne var ki, bazı kişiler sıkının günahını yabancılara yüklese de, gazeteler sorunun kaynağının Çin'de olduğunu gösteren haberler yayınlıyor. Bu haberlere göre, Çin'de sarmısak istifçiliği yapanlar varmış. Sarmısak toptancıları büyük depolar tutarak çok miktarda sarmısak saklıyormuş. Hatta kâr marjlarının olağanüstü yüksek olduğunu gören bazı madenciler ve emlak spekülatörleri bile bu piyasaya girmiş. Yabancı gazetelerde okuduğum doğruysa, yasadışı yollarla kazandıkları parayı bu işe yatıranlar bile varmış. Demek ki, yakında sarmısak baronlarından, sarmısak kartellerinden de söz edilecek.
Ama sarmısak kıtlığının bir başka nedeni daha varmış. O da, üretimin bu yıl az olmasıymış. Dünyada tüketilen bütün sarmısakların üçte ikisi Çin'de üretiliyormuş. İkinci ve üçüncü sırada gelen sarmısak üreticisi ülkeler Arjantin ve İspanya'ymış. Geçen yıl patlak veren finans krizinin etkisiyle sarmısak fiyatları hızla düşünce Çinli üreticiler ekim alanını yüzde 50 oranında azaltmışlar.
Gazetelere konuşan bazı uzmanlar, fiyatların hızla yükselmesinden tek başına ne üretim azalmasının, ne de H1N1 gribinin sorumlu olduğunu söylüyor. Ama bu iki etken de değilse, nedir? Fiyatların böyle roket gibi yukarı çıkmasının ve sarmısak ticaretinin aniden bu kadar kârlı hâle gelmesinin nedeniyle ilgili olarak başka herhangi bir açıklama görmedim.
Washington Post gazetesine göre, fiyat artışının ardındaki gerçek neden ne olursa olsun, yıllardır Çin'den ucuz sarmısak ithal edildiği için zor günler geçiren Kaliforniyalı sarmısak üreticileri bu günlerde sevinçten ellerini ovuşturuyormuş.
Ben bütün bu haberleri büyük bir şaşkınlıkla okuduğumu itiraf ediyorum. Önce okuduğum haberlerin bir tür şaka olduğunu sandım. Sarmısak karaborsaya düşmüş! Sarmısakta fiyat balonu patlarsa ekonomi üzerinde çok olumsuz etkileri olurmuş! İnanılacak gibi değil. Ama haberler ciddi.
Oysa sarmısak söz konusu olduğunda her şeyin mümkün olabileceğini bilmem gerekirdi. Üretim biraz azaldıysa ve her bir sarmısak meraklısı hastalığa iyi gelir bahanesiyle yüzlerce kilo alırsa, fiyatlar haliyle artar. Bunu bilmek için iktisat âlimi olmaya gerek yok. Nitekim H1N1 gribinin de bir fırsat olarak değerlendirilmeyeceğini sanmak için benim gibi gafil olmak gerekirdi. Sarmısakperverlerin daha çok yemek için bu imkânı kaçırmaları düşünülemezdi. Bu yüzden, o binyıllardır süren hurafeye gene sarılmalarından daha doğal ne olabilir?
Batıl inançların ne kadar uzun ömürlü olduğu öteden beri bilinir. Herhangi bir hurafenin tersini kanıtlayan yüzlerce, binlerce bilimsel araştırma yapılsa da, o varlığını güçlenerek devam ettirir. Galiba en kalıcı hurafelerden biri de, sarmısağın çeşitli hastalıklara iyi geldiği inancıdır. Bizim ülkemizde dinsel nedenlerle mundar sayılan bir hayvanın adıyla anılan bu salgın hastalığın ortayla çıkmasından önce de, sarmısağın bağışıklık sistemini güçlendirdiği, tansiyonu düzenlediği, kalp ve damar hastalıklarına iyi geldiği, kolesterolü azalttığı ve daha envai çeşit hastalığı iyileştirdiği iddia edilirdi. Kokusundan hoşlanmayanlar için de sarmısak hapları üreten koskocaman bir endüstri var. Bu endüstri, koyduğu fiyat etiketiyle sarmısağı gelin ediyor, böylece kırk gün kokusu çıkmıyor.
Bir zamanlar sarmısakla ilgili bir araştırmanın sonuçlarından söz eden bir yazı okumuştum. Sonra aynı araştırmayla ilgili bir televizyon programı da seyrettim. ABD'de beş ayrı üniversitede, sarmısak hapları üreten şirketlerce ya da başka çıkar gruplarınca desteklenmeyen beş bağımsız araştırma yapılmış ve aynı sonuca ulaşılmıştı. Sarmısağın, iddia edildiği gibi herhangi bir hastalığa iyi geldiğini gösteren herhangi bir kanıt yoktu. Bilim adamları sonucu şöyle özetliyordu: Ne yararlıdır, ne zararlıdır!
Ama hurafeler en kesin bilimsel gerçeklerden daha etkili olduğu için, bu araştırmalar herhangi bir yankı bulmadı. Hatta pek duyan bile olmadı. Velhasıl, dünyanın öküzün boynuzlarında durduğuna inanan kalmadı, ama sarmısağın mucizevî iyileştirici gücüne duyulan inanç eskisinden de sağlam. Bugün sarmısakla ilgili bütün tartışmalarda, elinde hiçbir bilimsel kanıt olmayan pek çok kişinin, "Olur mu, son derece yararlı olduğunu bilim adamları söylüyor" diyerek sarsılmaz bir imanla bu müstekreh bitkinin savunmasını yapacağından emin olabilirsiniz. "Hangi bilim adamları, hangi bilimsel araştırma?" gibi sorular sormaya kalkmayın, çünkü alacağınız yanıt "Bütün bilim adamları, bütün bilimsel araştırmalar" olacaktır. Sarmısağın meziyetleri onlar için "Güneş doğudan doğar" veya "Yağmur ıslaktır" gibi tartışılması dahi abes bir aksiyomdur. Bunu tartışmaya açmanız, olsa olsa sizin budalalığınızın bir göstergesi olabilir. Bilim düşmanı olmakla bile suçlanabilirsiniz.
Ama bir noktaya dikkat edin. Bunları vatan savunması yaparcasına kararlılıkla savunanların tamamı sarmısağı seven kişilerdir. Sarmısağı sevmeyip de savunma hattını bu kadar kavi tutan birine rastlamadım. Keza, sarmısak müptelaları arasında başka herhangi bir bitkinin koruyucu etkisini böylesi bir fanatizmle savunan herhangi bir kişiye rastlamadım. Örneğin, maydanozun ya da enginarın yararları konusunda herhangi bir çekişmeye asla girmezler. Tenezzül bile etmezler. Oysa bu bitkiler hakkında da falan hastalığa, filan illete iyi geldiği yolunda rivayetler dolaşır. Dünyanın herhangi bir yerinde spekülatörlerin enginar ya da maydanoz piyasasına girdiklerini anlatan bir haber yayınlanabileceğine ihtimal verebilir misiniz? Dünyanın önde gelen finans gazetelerinin kereviz fiyatlarına ilişkin öngörüler yayınlayabileceğini düşünebilir misiniz?
Bir defasında bilgeliğine saygı duyduğum yaşlı bir tanıdığım insanların birbirinden çok farklı olduğunu ve pek çok farklı ölçüte göre kategorilere ayrılabileceğini söyledi ve şöyle devam etti: Dünyada sınıf, ırk, din, dil ayrımları kalkabilir. Ama bir ayrım hiç kalkmayacaktır. O da sarmısak sevenlerle sevmeyenler arasındaki ayrımdır.
İnsanlığın bir bölümünün sarmısak kullanarak öteki bölümüne zulüm etmeyeceği, kötü kokulardan arınmış mutlu bir dünya kurulması dileğiyle…