Ünlü fıkradır: Hz. İsa'nın ölümünden kimlerin sorumlu tutulduğunu yeni öğrenen cahil bir yeniçeri, olayın intikamını almak için o inanca mensup birini yakalayıp öldüreceğini söyler. "Aman ne yapıyorsun! O olay olalı 1500 yıl oldu" derler. Yeniçeri cevap verir: "Olsun! Ben daha yeni duydum."
Ben de yayınlanalı epey zaman olduğu halde varlığından yeni haberdar olduğum bir kitap sayesinde hakkında ancak şimdi bilgi edindiğim bir tarihçiden ve eserinden söz edeceğim. "Bu tarihçiyi bilen zaten biliyor", veya "Kitap yayınlanalı çok zaman olmuş" diyenler olabilir. Benim cevabım da cehaletini kabul eden yeniçeri gibi olacaktır: Ben daha yeni duydum.
Yeni öğrendiklerimin hissettirdiği heyecanla düşündüklerimi anlatıyorum.
Daha önce Tarihçi Sima Qian'e "Çin'in Herodot'u" dendiğinden söz ederek buna hak verilebileceğini söylemiştim.
Şimdi kendi kendime soruyorum: Eğer Sima Qian'e "Çin'in Herodot'u" denirse, "Çin'in Tukidides'i" kime denir?
Tarihçiler arasında böyle bir nitelendirmenin yapılıp yapılmadığını bilmiyorum, ama benim bir adayım var. Belki cahil cesaretiyle böyle kesin konuşuyorumdur; olsun, gene de söylemekten kaçınmayacağım: Bence "Çin'in Tukidides'i", hakkında daha yeni bilgi sahibi olduğum Ban Gu'dur. Üstelik Ban Gu'nun bizim açımızdan ayrı bir önemi var, çünkü eskiçağ Türk tarihini aydınlatan bilgiler de veriyor.
"Tarihin Babası" diye anılmasalar ve isimleri dizi filmlerde egzantrik karakterlere lâkap olarak takılmasa da yine en az Herodot kadar önemli başka antikçağ tarihçileri de var. Kanımca Tukidides bunların başında gelir.
Tukidides, Atina ile Sparta arasında 30 yıl süren ve MÖ 404 yılında sona eren ünlü Pelopponnes savaşları sırasında yaşamış ve bu savaşları anlatmıştır. Herodot daha çok bir anlatıcıyken, Tukidides "Pelopponnes Savaşlarının Tarihi" adlı yapıtında olayları, nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte siyasî açıdan ele alır.
Ban Gu, Tukidides'in ölümünden yaklaşık 430 yıl sonra, adı şimdi Xian olan Changan kentinde tahminen MS 32 yılında doğmuş ve 92 yılında, 60 yaşına yakın ölmüş. Doğu Han ya da Geç Dönem Han Hanedanı'nın resmi görevlisi bir bilgin olan Ban Gu, Sima Qian gibi adı ilk akla gelen tarihçi olmasa da, Çin'in en önemli tarihçilerinden sayılıyor.
Ban Gu, çağının önemli aydınlarından biri olarak kabul edilen Ban Biao'nun oğlu. MS 3 ile 54 yılları arasında yaşayan Baba Ban, Han imparatoru Guang Wudi'nin sarayında görevliymiş. Saray yaşamından hoşlanmadığı için, sağlığının iyi olmadığı bahanesiyle görevinden ayrılmış. Ömrünün geri kalan yıllarını tarih çalışmalarına adayan Ban, Sima Qian'in Batı ya da Erken Dönem Han Hanedanı'na kadar olan Çin tarihini anlattığı ünlü eseri Shi Ji'yi kaldığı yerden devam ettirecek bir kitap için malzeme toplamış.
Babasının ölümünden sonra bu çalışmaya Ban Gu devam etmiş. Ne var ki, işini yaparken tarihsel kayıtları tahrif edip saptırdığı iddiasıyla hapsedilmiş. Bunun üzerine, Çin'in batı sınırlarını Pamir sıradağlarına kadar genişletmiş ünlü bir general olan ikiz kardeşi Ban Chao araya girmiş. Komutan kardeşinin müdahalesi o kadar etkili olmuş ki, Ban Gu sadece aklanmakla kalmamış, ayrıca çalışmalarını inceleyen imparator tarafından hanedanın resmi tarihçisi olarak da atanmış.
Ban Gu bundan sonraki 16 yılını, ünlü eseri Han Shu'yu yazmakla geçirmiş. "Han Belgeleri", ya da "Han Hanedanı'nın Kayıtları" şeklinde Türkçeye çevrilebilecek olan bu kitap daha sonra, birbiri ardınca Çin'i yöneten çeşitli hanedanların resmi tarihleri için prototip olarak kabul edilmiş. Ban Gu her ne kadar Sima Qian'in eserini örnek almışsa da, Han Shu sadece onu bıraktığı yerden devam ettiren bir ek olmakla kalmamış.
Ban Gu eserinde Han döneminin başına dönerek Sima Qian'in kullandığı belgeleri büyük bir sadakatle aktarmış. Ama gereksiz tekrarları ayıklayarak karışık parçaları basitleştirmiş. O dönemde bürokrasinin büyümüş, yazı malzemelerinin gelişmiş ve imla kurallarının standartlaştırılmış olması sayesinde Ban Gu'nun yararlanabileceği belge sayısı çok daha fazlaymış. O nedenle, 200 yıllık bir dönemi ele alan Han Shu, Sima Qian'in 3 bin yıllık bir tarihi anlatan eserinden daha uzundur.
Ban Gu, tarihçi olarak görevini tamamladığını hissedince çağının siyasal yaşamına aktif olarak katılmak istemiş. Konfüçyusçu klasiklerin yorumlanmasına ilişkin bir çekişmede de yer almış. Klasiklerin yorumlanması gibi bir işin "çekişme" sözcüğüyle anılması bugün bize tuhaf gelebilir, ama Ban Gu'nun Han Shu'da kendisinin de söylediği gibi, Konfüçyusçu klasiklerin yorumlanması siyasal anlamları olan bir işmiş. Çünkü siyasal ilkeler ve onlara dayalı olan davranış normları bu yorumlara göre belirleniyormuş.
Çin klasikleri uzmanlarına göre, "Beyaz Kaplan Salonu'ndaki Bilgi Şöleni" şeklinde Türkçeleştirilebilecek Baihu Tong adlı eserin editörlüğünü de Ban Gu yapmış.
Gelgelelim, 40'lı yaşlarının ortalarında Ban Gu daha serüvenli bir yola girmek istemiş. Han Shu'nun son çalışmalarını yapma işini kızkardeşi Ban Zhao'ya bırakarak General Dou Xian'in kurmay heyetine katılmış ve onunla birlikte, bizim Hun olarak adlandırdığımız Xiongnu (Hyung Nu) kabilelerine karşı başarılı bir sefere çıkmış. Tukidides, bizzat katıldığı savaşların tarihini yazmıştı. Ban Gu ise önce tarih yazıp sonra savaşa katılmış.
Fakat zafer kazanan General Dou Xian'in talihi yaver gitmemiş. Generalin yeğeni olan 14 yaşındaki imparator, amcasının kazandığı başarılardan kendi geleceği hesabına ürkmüş. Aşırı ihtiraslı bulduğu amcasını kendi topraklarına sürgün olarak göndermiş. Bütün Çin tarihi boyunca sık sık görüldüğü gibi, intisap ettiği kişinin gözden düşmesi Ban Gu'nun kaderini de etkilemiş: Tutuklanıp sorgulanmış ve hapiste ölmüş.
Ban Gu hapsedildikten 19 yıl sonra, 111 yılında, kızkardeşi Ban Zhao kitabın yazımını tamamlamış. Kitabın 13. ile 20. bölümleri arasındaki kısmını, kendisi de seçkin bir tarihçi olan Ban Zhao'nun yazdığı sanılıyor.
Burada insanın aklına Maria Anna Mozart geliyor. Dâhi ağabeyi Wolfgang Amadeus Mozart'ın gölgesinde kalmasaydı onun da çok ünlü bir müzisyen olacağı öteden beri söylenegelmiştir. Aynı şekilde, Zhao ağabeyi Gu'dan ayrı çalışsaydı, belki o da kendi başına büyük bir tarihçi olarak ün kazanacaktı.
Ban Zhao, babasının başlayıp büyük bölümünü ağabeyinin yazdığı kitabı tamamladığında 100 bölüm olan eser zaman içinde yapılan eklemelerle 120 bölüme çıkmış.
Han Shu'nun eskiçağ Türk tarihini ilgilendiren bölümlerinin, belgelere olduğu kadar Ban Gu'nun kendi gözlem ve incelemelerine de dayandığı belirtiliyor.
Kitabın Hunlarla ilgili olarak en fazla bilgilerin verildiği kısmı olan 94A ve 94B bölümleri dilimize de çevrilerek 2004 yılında Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmış. "Han Hanedanlığı Tarihi: Hsiung-Nu (Hun) Monografisi" adıyla yayınlanan kitap "Başlangıçtan Günümüze Kadar Türk Dünyası Tarihi" başlıklı projenin ilk yayını. Proje kapsamında çalışan Prof. Dr. Ayşe Onat, Dr. Sema Orsoy ve Dr. Konuralp Ercilasun'dan oluşan bir komisyonca klasik Çinceden dilimize çevrilen metin, böylece tarihçilerin kullanımına sunulmuş oldu.
Kitabın başında yer alan kısa "Giriş" bölümünde klasik Çin tarih yazıcılığına ve Ban Gu'ya ilişkin bazı bilgiler veriliyor. Kitapta açıklamalı metni yayınlanan bölüm ilaveli notlarla birlikte 93 sayfa tutuyor. Kitabın sonunda, çevrilen klasik Çince sayfaların faksimilesi de veriliyor. Ayrıca "Seçilmiş Bibliyografya", "Dizin", "Hsing Nu Soyağacı" tablosu, Çince transkripsiyon tablosu ve haritalar da bulunuyor.
Kitabın daha büyük bir projenin ilk yayını olduğu bilgisi verildiğine göre, buna benzer başka eserlerin Türkçeye çevrilmesinin öngörüldüğünü söyleyebiliriz. Erken dönem Türk tarihinin aydınlatılması bakımından Çin kaynaklarının ne kadar önemli olduğu hep söylenir. Böyle eserlerin yayınlanması her bakımdan sevindirici… Genel okuyucu olarak ben de bu sevinci paylaşıyorum.
Konunun uzmanı olmadığım için çalışmanın kendisine ilişkin herhangi bir değerlendirme yapma cüretinde bulunmayacağım. Ama yine de, genel okuyucu olarak iki noktayı gündeme getirmeden duramayacağım.
Birincisi, kitabın adında yer alan "hanedanlık" sözcüğü… Bu sözcüğün ne anlama geldiğini anlayabilmiş değilim. Daha başka birçok yerde de rastladığım bu sözcüğün anlamını öğrenmek için sözlüklere baktım, ama bir cevap bulamadım. Sözlüklerde, "hanedan" sözcüğü var. Farsça kökenli bu sözcük, hepimizin bildiği anlamıyla "hükümdar, devlet büyüğü vb. gibi bir kişiye dayanan soy; büyük aile" şeklinde tanımlanıyor. Sonuna "-lık" yapım eki takıldığında ortaya çıkan "hanedanlık" sözcüğü, ciddiye alınabilecek hiçbir sözlükte yer almazken, her gelenin yazdığı Vikisözlük'de "hanedan olma durumu" gibi anlamsız bir tanım veriliyor. Kralın devlet başkanı olduğu ülkelerde yönetime "krallık" denmesi gibi bir örnekten yola çıkılsa da, devlet başkanının belli bir ailenin üyeleri arasından seçilmesi durumunda yönetim gene krallık ya da imparatorluktan başka bir şey olmuyor. Akla "çaydanlık"ı getiren bu sözcüğün yanlış kullanım sonucunda ortaya çıktığı kanısındayım. Ama bu kadar önemli bir kitabın başlığında yer alabilmesi, yine de benim bilmediğim bir açıklamasının olabileceğini düşündürüyor.
İkinci konu ise, Çince Latin harflerine aktarılırken kullanılan transkripsiyon sistemiyle ilgili... Kitapta Wade-Giles sistemi kullanılmış. Üstüste gelen sessiz harflerle, kesme işaretleriyle bir hayli sevimsiz olan bu transkripsiyon yöntemi artık hemen hemen hiç kullanılmıyor. Ancak eski kitaplarda rastlanıyor. Şimdi neredeyse tamamen Pinyin sistemi kullanılıyor. Gerçi bu sistemin de Çince sözcükleri ne kadar doğru yansıttığı tartışılabilir, ama genel dizinlerde veya internette arama yaparken Pinyin ile ulaşabileceğiniz sonuçlar Wade-Giles sistemiyle bulunamıyor. Kitabın sonunda her iki sistemi de gösteren bir tablo verilmiş, fakat gene de bütün metinde yer alan özel isimler tek tek tablo yardımıyle dönüştürülmeye kalkışılsa da hata yapmak kaçınılmaz. Örneğin, Ban Gu'nun ismi bile Wales-Giles sistemiyle Pan Ku olarak yazılıyor. Pan Ku yazarak yapılacak bir aramada, eski Çin yaratılış efsaneleriyle karşılaşılıyor. Oysa Panku efsanevi bir kişi, Ban Gu ise bir tarihçi. Pinyin yazılışıyla arandığında hemen bulunabiliyor.
Ama dediğim gibi, ben bu iki konudan genel okuyucu olarak söz ediyorum. Konunun uzmanı olanlar için özel isimlerin şu ya da bu sistemle yazılmış olması pek fark etmiyor olabilir.
Çin ile Türkiye arasındaki ilişkilerin gelişmesinin beraberinde getirdiği etkilerden biri de kuşkusuz iki ülkede bilim ve sanat alanında yapılan çalışmaların birbirine aktarılması olacaktır. Ama Türklerin Çin'e ilgisi, bu genel gelişmenin ötesinde özel bir anlam taşıyor. Bizim tarihimizin erken dönemleri bu ülkede eski çağlarda tutulan kayıtlarla aydınlatılabilir. Şimdiye kadar, bu kayıtların Türkçeye aktarılmasında çok yetersiz kalındı. Bundan sonra daha çok şeyin yapılması umulur.
Bu arada genel okuyucuların da Çin kaynaklarını merak edip öğrenmeleri, en azından isimlerini bilip tamamen yabancı kalmaktan kurtulmaları, bu çalışmaları destekleyecek bir etken olur. Konuyla ilgili kitaplar yayınlandığında, uzmanlaşmamış genel okuyucu en azından ismini bildiği tarihçilerin kitaplarını alma isteği duyabilir. Bu da bu da bu alanda daha çok kitap yayınlanmasını sağlar.
Genel okuyucuların ismini bildiği klasik yazarların kitaplarının ne kadar sattığı sorulabilir tabii. Cevap, rakamların pek parlak olmadığını da gösterebilir. Ama gene de bilmek, öğrenmek zorundayız. Sonuçta, anlatılan bizim tarihimiz. Hem büyük Asya uygarlığının bir parçası olarak bizim tarihimiz, hem Türkler olarak bizim tarihimiz. Bu yolda atılan ilk adımlardan birini gerçekleştirip Ban Gu'nun eserinden parçalar yayınladıkları için Sayın Onat, Orsoy ve Ercilasun'a teşekkür borçluyuz.
Başta da dediğim gibi, "Kitap yayınlanalı 5 yılı geçmiş, çok oluyor" denebilir. Ama fıkradaki yeniçeri gibi ben de kitabın varlığından yeni haberdar oldum. O sayede Ban Gu'yu merak edip hakkında biraz bilgi edinmek istedim. Edinebildiğim kadarını da Beijing'de Zaman'da aktarmak istedim.