Beijing Defteri'nde bu kez, İstanbul-Beijing yolculuğu hakkında aldığım notlar var. 8 buçuk saat boyunca dünya haritası üzerinde yer değiştirmek, çoğu kişinin gözünü korkutabilir. Fakat emin olun; sadece böylesi bir yolculuğu yaşamak için bile, Türkiye'den kalkıp Çin'e gelinebilir...
İstanbul'dan Beijing'e günde tek uçuş yapılıyor. Yabancı havayolu şirketlerini kullanarak, birkaç aktarma ile Çin'e ulaşmanız da mümkün. Yolculuk, Türkiye saati ile 23. 45'te İstanbul Atatürk Havaalanı'nda başlıyor. 8 buçuk saat sonra, Çin saatiyle 14.30 civarı, Türkiye saatiyle sabah 8.30 civarı Beijing'de oluyorsunuz. Hazar Denizi üzerinden geçerken kol saatiniz, gerçek işlevini yitirip süs eşyası niteliğine bürünüyor... Önünüzdeki ekrandan saat farkını takip edip, saatinizi sürekli güncelleyebilir ya da bu önemsiz detayla uğraşmayı ertesi sabaha bırakabilirsiniz. Yolculuk boyunca kol saatinizle uğraşmak yerine, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü okumanız da, yolculuğunuzu daha anlamlı kılabilir. Unutmamalı ki, saatin ayarı insan'dır…
Uçuşla ilgili bazı teknik bilgiler aktarmalıyım. İstanbul – Beijing arası 7 bin 78 kilometre. 10 bin metrenin üzerinde uçuyorsunuz. Saatte 900 km. hızla yol alıyorsunuz. Önünüzdeki ekranda haritaya bakabiliyorsunuz. Harita, önce dünyanın tümünü gözünüzün önüne seriyor. Sonra uçağın bulunduğu alana doğru yaklaşıyor animasyon. Sonra tekrar genel plan. Dünya haritası büyüdükçe, Edebali'nin Osman Bey'e nasihatinden bir cümle hatırlıyorum: Dünya gözlerinin gördüğü kadar küçük değil! Dünya haritası küçüldükçe Mevlânâ'yı anıyorum: Bir noktasın şu alemde, gör ki bunu varolasın! 10 bin metre yüksekte, 900 kilometre hızla giderken varoluş felsefesi yapmayacaksınız da, nerede yapacaksınız...
Uçakta, geride bıraktıklarınızdan uzaklaşma hissi çok daha yoğun. Burada sürat temel faktör tabiki. Duygusal değişimleriniz de çok ani ve yoğun oluyor. Uçakta zihnin daha hızlı çalıştığını iddia ediyorum. Araştırılsın. Vatandaşı olduğum ülkeden uzaklaşıyor olmamı, anlamlandırmaya çalışıyorum. Bu yolculuk bir kaçış mı, yoksa bir mola mı? Kaçış olamaz; kaçmak, fiziki bir şey değil. Soyut bir mesele. Ve vatandaşı olmaktan daha fazla bağlarım var ülkemle. Borges, "İspanyolca benim kaderim, onun ötesine geçemem" diyor. 7 bin kilometre uzağa da gitsem, Türkçenin ötesine geçemem. Hem zaten uçak İstanbul'dan uzaklaştıkça, Türkçenin doğduğu topraklara yaklaşıyor olduğumun da farkındayım.
İnsan, doğduğu yerde ölmemeli. Hareket ve arayış, bir arada anlamlı. Arayışı olmayan bir hareket veya hareketsiz bir arayış, ümitsizliği arttırmaktan öteye gitmiyor. 8 buçuk saatlik bir uçak yolculuğu, hareket üzerine felsefe yapmak için çok uygun. Arayış ise uçağa binmeden önce başlamıştır zaten. Arayış, sizi o uçağa bindiren itici güç oluyor. Arayış, hareketin felsefesi. Çin'e hareket etmemin sebebi ne olabilir? Çin'de ne arıyorum? Ve Türkiye'de okuduğum son kitabın adının "Huzursuzluğun Kitabı" olması ne anlam ifade ediyor? Yaşamın ucuna doğru uzun bir yolculuğa çıkan, ancak yaşama "erken" veda eden yazar Tezer Özlü, hiçbir yerde kalamayacağım için, her yerde kalabilirim diye yazmıştı. Sanırım benzer duygular içindeyim. İnsan, kendisini bir köye, bir kente, bir ülkeye ne kadar ait hissederse hissetsin, hiçbir yere bağlanıp kalamıyor. Her yeni gidiş, daha yeni gidişleri kamçılıyor. Köyünüzden bir kez çıkıp civar köyleri gördüğünüz zaman, onların da ötesindeki köyleri, kasabaları merak ediyorsunuz. İşte bu merak, bazen o kadar yoğun oluyor ki, kendinizi Beijing Uluslararası Havaalanı'nda buluyorsunuz…
Tekrar Ankara'ya dönelim. Türkiye ile Çin arasındaki uçuşlar, İstanbul'dan hareketle başlıyor. Ancak benim ilk kalkış yerim Ankara oldu. Ankara'dan İstanbul'a, oradan da Beijing'e uçan iki ayrı uçakla seyahat ettim. Psikolojik açıdan iyi oldu. Ailemi ve dostlarımı Ankara'da, Esenboğa Havaalanı'nda bıraktım. Çin'de uzun kalacağım için, ayrılırken yoğun bir duygusallık olacağını tahmin ediyordum. Bu zorlu süreci Ankara'da atlattım. İstanbul'da kendimi daha rahat hissediyordum. Havaalanlarının insanı rahatlatan bir etkisi var. Uluslararası mekânlar oldukları için, farklı ülkelerden binlerce kişinin dünya haritası üzerinde yer değiştirdiğine şahit olmak, sizi rahatlatıyor. Kendi duygusallığınızı abartmaktan vazgeçip, bir ülkeden diğerine seyahat eden binlerce kişiden biri olduğunuzu görüyorsunuz. Yolculuğunuz bir nebze olsun sıradanlaşıyor. Bu hem iyi, hem kötü tabi. Ölçüyü kaçırmamak lazım.
Ankara'dan vaktinde hareket ettik. Sürpriz İstanbul'da bekliyordu. Yoğun kar yağışı nedeniyle, 2 saatlik bir rötarla kalkabildik. 2 saat boyunca uçağın içinde oturmak, yolculuk sürecinin en sıkıcı anlarıydı. Rötar demek, araf demek. Önünüzde yepyeni bir başlangıç var. Bir an önce başlasın istiyorsunuz. Rötar, şevkinizi kırıyor. Heyecan, strese dönüşüyor. Rötar, tam bir gerilim süreci. Neyse ki iki saat sonunda uçağın devasa kanatlarında bir hareketlilik oldu. Piste doğru yol almaya başladık. Müthiş bir motor gürültüsü eşliğinde hızlanıyoruz. Uçağın burnu havaya kalkıyor. Ağırlık arkaya kayıyor. Tekerlerin yerden kesildiği anı bütün yoğunluğuyla hissetmek istiyorum. Belki de saniyenin milyonda birinde gerçekleşiyor karadan kopuşumuz. Sonra uzun bir tırmanma anı. Sanki uçak hiç düz durmayacak gibi geliyor. Yükseldikçe yükseliyoruz. Bir çocuk gibi oyuna dönüştürüyorum bu süreci.
Gecenin karanlığında saatlerce ilerledikten sonra, hava aydınlanıyor. Yeryüzü seçilmeye başlıyor. Çin'de gördüğüm ilk manzara, kızıl topraklar ve dağlar oluyor. Gittikçe alçalıyoruz. Kaptanımız Beijing'e varmak üzere olduğumuzu anons ediyor. Uzun bir süre kalacağım bu kentin her tarafını görmek istiyorum. Uçağın pencereleri arasında gidip geliyorum. Hiçbir şeyi kaçırmamam lazım. Evet, birazdan uçaktan inip bu kente karışacağım, sokaklarında, caddelerinde uzun yürüyüşler yapacağım ama kenti havadan görmek bir daha dönüşte nasip olabilir ancak. O nedenle bu anı iyi değerlendirmeye çalışıyorum. Beijing'in Ankara'ya benzediği iddiası, yukarıdan bakınca doğru gibi. Tipik bir başkent özelliği olabilir. Gerçekten öyle mi? İnince göreceğiz. İniş için emniyet kemerlerimizi bağlamamız isteniyor. İnişleri, kalkışlar kadar ilgi çekici bulmuyorum ama uçuş anından heyecanlı olduğu kesin. Piste doğru yaklaşıyoruz. Pasaport veya vize işlemlerinin bir ehemmiyeti yok, uçağın karaya temasıyla anlıyorum başka bir ülkeye geldiğimi. Şu an bulunduğum yer, 24 saat önce, benim için sadece dünya haritasından bir parçaydı. Haritadan, yani kağıttan ibaretti. Ayaklarımın yere basmasıyla gerçek oldu. Kağıt, toprağa dönüştü.
-Emre EMİRALİOĞLU-