Dünyada olup biteni anlamaya çalışan ve çevresiyle az çok ilgilenen herhangi bir kimsenin, Çin'i merak etmeme olasılığını düşünemiyorum.
Bu iddiamı birçok nedene dayandırarak savunabilirim; çünkü Çin, sadece Türkiye'de değil, herhangi bir ülkede yaşayanlar için inanılmayacak büyüklükte ve zenginlikte bir derya niteliğinde…
Siyasi yapı olarak, nüfus olarak, ekonomi olarak, derin bir kültür mirası olarak ve mutfak olarak…
Eğitimim dolayısıyla, modern Çin ve bu ülkenin tarihi hakkında bazı şeyler okumuştum. Fakat edindiğim bilgilerin çok yüzeysel olduğunu da biliyordum. Hatta bilgilerim sadece yüzeysel de değildi; hepsi, klişelerden ibaretti.
Uzun süredir, Çin'i merak eden biri olsam da, bu ülkeye gelme kararını almak, benim için çok da kolay olmadı, diyebilirim. Neticede, doğup büyüdüğü yerden ayrılmak, ailesi ve sevdiklerine veda etmek, kimse için kolay olmasa gerek...
Tabii bir yandan da, insanın içini kemiren merak var ki, onu durdurmak çoğu zaman mümkün olmuyor. Yeni bir dünya keşfetme, yeni insanlar tanıma, yeni diller konuşma merakı…
Neticede, her şeyi artısıyla eksisiyle düşünüp tartarak, Çin macerasına başlama kararı aldım.
Artık, bu ülkeyi tanımak için araştırmalar yapmaya, kaynakları tarayarak Çin'le ilgili bilgiler toplamaya başlayabilirdim. Arkadaşlarıma danıştım, internet sitelerini gezdim, bloglarda yazılanları okudum. Bana anlatılanların, aslında gerçekten ne kadar uzak olabileceğinin farkındaydım; fakat yine de, bu bilgilere ihtiyacım vardı. Yanlışlar arasından ayıklayabileceğim, kulağıma çalınmış olan bir doğru bile oraya gittiğimde işime yarayabilirdi.
Çin ve Çinlilerle ilgili bana aktarılanlardan hareketle, size birkaç konudan söz etmek istiyorum. Bunları, ancak Çin'e geldikten sonra anlayabiliyor, zihninizde oturtabiliyorsunuz.
İlk olarak, herkesin üzerinde durduğu konu, beslenme idi. Dış ülkelerden Çin'e gelen birçok kişinin, en çok zorluk çektiği konu yemekler olsa gerek. Türklerin bu konudaki önyargısı da epey fazla olduğundan, Beijing'e gideceğimi bilen her yakınımdan duyduğum ilk cümle, "Aç kalırsın orada!" idi.
Tamam, bu konuda benim de tereddütlerim olmadı değil; ama hiçbir zaman da aç kalacağımı düşünmedim. Size, samimiyetle, Beijing'deki ilk ayımın sonu itibariyle haklı çıktığımı söyleyebilirim. Burada kimsenin bana söyledikleri anlamda, yemek seçtiği için aç kalacağını düşünmüyorum. Beijing'de her zevke, her damak tadına uygun gıdayı bulmanız çok kolay.
Yeni tatlar denemeye meraklı biri olmam ve Türkiye'deyken de yemek seçen birisi olmamam, bu konuda beni rahatlatıyor. Beijing'e ayak bastığımdan beri birçok yeni tat denedim ve işin güzel tarafı, bunların çoğunu da beğendim.
İlk günlerde, Türk mutfağında olmayan ağır bir koku, dikkatimi çekiyordu; sonra, bunun soya sosundan kaynaklandığını öğrendim. Bugün de soya soslu yiyeceklere hâlâ çok fazla ısındığımı söyleyemeyeceğim ama yine de, bu tada yakın zamanda alışacağımdan eminim.
Çin yemeklerinde dikkatimi çeken noktalardan biri de, çok sağlıklı görünmeleri. Bol bol sebze yenmesi ve bu sebzelerin yemeklerde genellikle çok fazla pişirilip öldürülmeden kullanılması, bu kanaatimi güçlendiriyor. Bir de, ne kadar doğru bir tespit olacak bilemiyorum ama Beijing sokaklarında aşırı kilolu bir Çinliye rastlamanız da çok zor. Ve bunun da bir nedeni vardır herhâlde…
Soya sosu, Türk yemeklerinde salçanın kullanılması gibi, Çin'deki birçok yemekte kullanılıyor. Ama bu tada alışamasanız da, bu, yiyecek bir şey bulamayacaksınız manasına gelmiyor. Sebze kullanımı çok fazla olduğundan, en azından sos ve etlere alışana kadar sebzelerle rahatlıkla idare edebilirsiniz. Büyük marketlerde her tür meyve ve sebzeyi taze olarak bulmanız mümkün olduğu gibi, sokaklarda seyyar satıcılara da rastlayabiliyorsunuz.
Çin ve Türk mutfakları, çok fazla olmasa da benzerlikler taşıyor. Özellikle, pilav ve makarna gibi yiyecekler, iki mutfakta da yaygın olarak kullanılıyor. Bunlar, pişirme usulleri ve soslarıyla Türk yemeklerinin lezzetinden ayrılıyor. Bazı çeşitlerde bu ayrım, çok belirgin olarak hissedilse de, bazıları Türk mutfağındakilerden pek de farklı değil...
Bunun yanında, Batılı restoran zincirleri de Çin'in yemeklerine alışmakta güçlük çekenlerin bir müddet idare edebileceği yerler. Bu restoran ve kafeler, Beijing'in birçok yerinde bulunuyor.
Bu ilk izlenim notlarımı, bir yemek yazısına dönüştürmek istemediğimden, biraz da dikkatimi çeken başka hususlardan söz etmek istiyorum. Zaten yemekler hakkında daha fazla konuşmaya yetecek bilgim de olduğunu sanmıyorum.
Çin'i, Türkiye'den ayıran özelliklerin başında siyasi sistemi geliyor. Tarihe bakarak veya basın yayın organlarını takip ederek, siyasi sistemlerin işleyişi hakkında elde edeceğimiz kanaatlerin tutarsızlığını geçmişe ve bugüne bakarak görebiliyoruz. Kitaplardan okuyarak ve bize anlatılmak istenen ya da ancak ulaşabildiğimiz sözde hakikatlere güvenmek, bizi bir yanılsamadan öteye götüremiyor. Bu yanılsamalar, insanın hakikat algılamasında ve doğrudan ya da dolaylı olarak, hayatını biçimlendirmesinde düşeceği tuzaklar olarak zuhur ediyor.
İki farklı siyasi sistemin, temsil mekanizmalarının nasıl işlediğini ve bunun günlük hayata nasıl yansıdığını ancak burada görebileceğimi biliyorum.
Çin'in mevcut siyasi sistemini şekillendiren, bugünkü hâline gelmesini sağlayan tarihî gelişmeler de bu noktada büyük önem taşıyor. Bu konu, bir geleneği bilmeden, bunun günlük hayattaki karşılığını işin içine katmadan yorumlanamayacak kadar derin bir konu. Bu yüzden, benim de bunu netleştirmek için zamana ihtiyacımın olduğu kesin.
İnsanlar bilmediği konuları anlatırken, onu bir şeye benzetmek zorunda hissederler kendilerini. Anlatılanın zihinlerde canlanması için benzetme yapmak elzem görülür. Fakat bu benzetmeler, genellikle çok kabaca yapıldığından, sağlıklı sonuç verdikleri söylenemez.
Bir de şu var: Bir konu, ne kadar güzel tasvir edilirse edilsin; ne kadar uygun örneklerle anlatılırsa anlatılsın, zihinde aslının canlanması mümkün değildir.
Beijing'in Ankara, Şanghay'ın İstanbul'a benzetilmesi, herkesin bildiği bir örnektir. Ben de Türkiye'nin batısında yetişmiş ve başkentinde üniversite okumuş biri olarak, bu benzetmeyi tecrübe etmek, mukayeseyi yerinde yapmak istiyordum.
Beijing'in havasının da Ankara'ya çok benzediği Çin'e gelmeden önce bana çok kez söylenmişti. Gördüğüm kadarıyla, gerçekten benziyor ancak, anlatılana göre, Beijing'in kışı Ankara'ya göre daha ağır geçiyor. Gece gündüz arasındaki sıcaklık farkı ise iki şehirde de çok benzer.
Şimdilik, sizlere bu bahsettiğim noktalara dair ilk izlenimlerimi sundum sadece. Bunları ben de hayatın içinde görerek, burada yaşayanlardan dinleyerek öğreniyorum, öğreneceğim. Daha sonra da sizlere aktaracağım.
Şu ana kadar bahsettiklerim, aslında bir girizgâh niteliğinde. İlerleyen günlerde, bunların her birini uzun uzadıya ele alıp, ayrıntılarıyla birlikte sizlere anlatmayı umuyorum.
Burada olduğum müddetçe üzerine çok eğilmeyi umduğum Lao Zi'nın söylediği gibi, "Bin millik bir yol tek bir adımla başlar."
Ben de, ilk adımı doğduğum ve büyüdüğüm yerden kalkıp, Beijing'e gelerek attım. Sonrasında yaşadıklarımı sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Furkan Çeki