Uzun bir süre bu sözcüğün burada birden zihnimde belirivermesinin nedenini anlayamadım. Acaba zihnim burası ile Serez arasında ne gibi bir ilişki kurmuştu?
TANRI DAĞLARI NİRE, MAKEDONYA NİRE!
Serez, bugün Yunanistan sınırları içinde kalan bir kent. Ülkenin kuzey kesimlerindeki Orta Makedonya bölgesinde bulunan Serez, Osmanlı döneminde Selanik vilayetine bağlıydı ve Balkanlar'ın önemli merkezlerinden biriydi.
Ama Tanrı Dağları ile Serez'in ne ilgisi olabilir? Gün boyunca zaman zaman bunu düşündümse de herhangi bir cevap bulamadım.
Benim de aile kökenim o bölgeden. Hem anne, hem baba tarafımın bütün üyeleri bir zamanlar Selanik vilayetine bağlı olan Karacaova bölgesindeki Vodina kentinden gelmiş. Bugün burası, Yunanlıların verdiği isimle Edessa olarak biliniyor. Lozan Antlaşması uyarınca 1924 yılında Türkiye'ye göç ettiklerinde anne ve baba tarafımdan büyükbaba ve büyükannelerim çocuk yaştaymış. Tabii, annem ve babam Türkiye'de doğmuş. Ama herhangi birinin Vodina'dan çıkıp Serez üzerinden Asya içlerine uzanarak Tanrı Dağları'na gelmek şöyle dursun, böyle bir yolculuğu hayal ettiklerini bile sanmıyorum.
"TÜRKLERİN ANAYURDU"
Biz ilkokula giderken Tarih ayrı bir ders olarak okutulurdu. İlkokul 4. sınıfta Tarih dersinde öğrendiğim bir cümleyi hiç unutmadım: "Türklerin anayurdu, Altay ile Tanrı Dağları arasındadır, bütün dünyaya buradan dağılmışlardır."
O zamanlar bu toprakları çok merak ederdim. İşte yıllar sonra görmek kısmet oldu. Oldu, ama Serez'in musallat bir düşünce gibi neden zihnime takıldığını hâlâ anlayamıyordum.
Şöyle bir açıklama uydurmaya çalıştım: Uzak atalarımın bulunduğu bu topraklardayken, yakın atalarımın yurdu olan topraklardaki bir kentin adı aklıma gelmiş olabilir.
İyi, ama neden Selanik ya da Vodina değil de ille Serez?
"İPEK YOLU'NDA YABANCI ŞEYTANLAR"
Üzerinde durmamaya karar verdim. Gece olunca yanımda getirdiğim kitabı okumaya başladım. Bu, Peter Hopkirk adlı bir İngiliz yazarın "İpek Yolu'nda Yabancı Şeytanlar" adlı kitabıydı. Aynı yazarın "İstanbul'un Doğusunda Bitmeyen Oyun" adıyla Türkçeye çevrilmiş bir kitabı var, ama benim sözünü ettiğim kitabının Türkçeye çevrildiğini sanmıyorum. Daha önce okuduğum bu kitabı belki mekânında yeniden okurum diye Çin'e de getirmiştim. Urumçi olaylarıyla ilgili haberlerin en yoğun olduğu günlerde bir yandan bunları izlerken, bir yandan da kitabın çeşitli bölümlerini karıştırıyordum. Yazar, Orta Asya'nın bugün Çin sınırları içinde kalan bölümünde bulunan tarihi değeri yüksek sanat eserlerinin İngiliz, Fransız, Rus, İsveçli ve Japon serüvenciler tarafından bölgeden kaçırılışını sürükleyici bir roman havası içinde anlatıyor. Budizm'i benimsemiş olan tarihi Uygur devleti zamanında yaratılmış eserlerin yağmalanışının öyküsünü ilk kez okurken hayli üzüldüğümü hatırlıyorum.
DOĞU'DAN BAKARAK İPEK YOLU
Yazar öyküsünü belirli bir tarihsel bağlama oturtmak için İpek Yolu'nun oluşumunu da anlatmış. Onun anlatımı bana ilginç geldi. Ama sonra düşündüm: Benim ilgimi çeken bir anlatım başkalarına çok özgün gelmeyebilir. İsteyen internete bile bakarak İpek Yolu'nun tarihini öğrenebilir. Nitekim ben de öyle yaptım. Fakat internetteki bilgilerin bölük pörçük olması bir yana, anlatım hep Batı'dan Doğu'ya bakılarak yapılıyordu. Peter Hopkirk ise İpek Yolu'nun oluşumuna Çin tarihinin içinden bakıyordu. Bana farklı gelen yönü de bu olmuştu. Onun için yazarın kitabında verdiği bilgilere dayanarak, İpek Yolu'nun oluşumunu Doğu'dan bakarak kısaca da olsa anlatmaya niyetlendim.
Bu niyetimi fırsat düşünce bir gün yerine getirmek üzere okumaya devam ettim. Yazar İpek Yolu'nun tarihini anlattıktan sonra, Batılıların ipekle karşılaşmasını hikâye ediyor. Ben de aradığım açıklamaya bu hikâyede karşılaştım.
HARRAN'DA İPEKLE İLK TEMAS
Kitapta, ipekle ilk karşılaşan Batılılar'ın Romalı General Marcus Licinius Crassus komutasındaki yedi lejyon olduğu belirtiliyor.
Bunu okuyunca, Crassus hakkında başka kaynaklardan biraz bilgi almak istedim. Meğer bu Crassus, Spartaküs'ün başını çektiği köle isyanını bastıran o menhus komutanmış. "Menhus" diye niteleyişim, sadece Spartaküs ayaklanmasının bastırılmasında oynadığı lanetli rolden dolayı değil. Ayrıca Gaius Julius Sezar ve Gnaeus Pompeius Magnus ile birlikte "Birinci Triumvira" yani üçlü diktatörlük olarak bilinen gizli anlaşmayı yapmış olan şerir bir adam. Dönemin en zengin insanlarından biri olmasına rağmen askeri zaferlerle tanınmak için can atarmış. Bu saplantısı onu Suriye'ye kadar sürüklemiş ve Romalıların bugün Türkiye sınırları içinde Şanlıurfa ilinde bulunan Harran'da uğradıkları yenilgi sırasında öldürülmüş.
SPARTAKÜS'ÜN KATİLİ İPEĞE YENİK DÜŞTÜ
Bu bednam adam müstehakını bulmuş deyip geçeceğim, ama Romalılar ipekle burada karşılaşmış. M.Ö. 53 yılında, Romalılar Fırat nehrine yakın savaş meydanında bozguna uğrattığı Part ordusunu önlerine katmış kovalarken, Part süvarileri birden atlarını geri döndürüp Romalıları ok yağmuruna tutmuş. Bu beklenmedik manevrayla Roma lejyonlarının düzeni bozulmuş. Ama çabuk toparlanmışlar. Bunun üzerine Part savaşçıları korkunç çığlıklar atarak muazzam büyüklükte ipek sancaklar açmış ve Romalıların üzerine yürümeye başlamış. Yakıcı güneşte parıl parıl parlayan bu acayip sancaklar zaten morali bozulmuş olan Romalıların gözlerini almış. Daha önce hiç böyle bir şey görmeyen Romalılar, üzerlerine üzerlerine gelen devasa ipek dalgalarının önünde korkuya kapılarak kaçmaya başlamış. Geride 20 bin ölü bırakmışlar. Spartaküs'ün katili de burada can vermiş.
BULUT KADAR HAFİF, BUZ KADAR SAYDAM
Romalılar, bir süre sonra bu malzemenin ne olduğunu araştırmaya başlamış. Partlar'ın "bulut kadar hafif" ve "buz kadar saydam" olan bu ince malzemeyi üretebilecek teknikten yoksun olduklarını bildiklerinden kaynağını bulmaya çalışmışlar. Kısa süre içinde de, Orta Asya'nın doğusunda oturan gizemli bir "İpek Kavmi" tarafından üretildiğini öğrenmişler. İmparator Wudi'nin gönderdiği ilk ticaret heyetleri, büyük seyyah ve diplomat Chang Chien'in yolundan giderek Part ülkesine kadar ulaşmışlar.
Bir süre sonra Romalılar bu yeni malzemeyi elde etmişler. İpek çarçabuk Romalılar arasında yayılmış ve moda haline gelmiş. Ama ipeği hep aracılardan almışlar. Ne Roma'da Çinli tüccarlar görülmüş, ne de Han hanedanının başkenti olan ve bugün Yeraltı Heykeller Ordusu'yla ünlü olan Xian'in bulunduğu yerde kurulu olan Changan'a Romalı tüccarlar gelmiş.
SERES: İPEĞİN GELDİĞİ ÜLKE
Biz "ipek" sözcüğünü, kozanın iplik iplik uzayan liflerinden yola çıkarak türetmişiz. Ama Çinliler ipeğe "si" dedikleri için, Latince ve Yunancada da "ipeğin geldiği ülke"ye "Seres" denmiş.
Seres mi?
Evet. Seres!
Romalı yazar Plinius da "Seres Ülkesi"ni anlatıyor. Bir yerde şöyle yazıyor: "Seres, ormanlarının yünüyle ünlüdür. Ağaçlarda yetişen bu ince yün yapraklardan suyla çıkarılır..."
Virgilius da ipeği anlatırken "Seresliler bu ince maddeyi yapraklardan taraklarla tarayarak alırlar" diyor.
"Seres" ile Serez birbirine benziyor. Sakın Serez'in adı buradan gelmiş olmasın?
BATI'DA İPEK ÜRETİMİ
Çinliler, ipek yapım teknolojisini tekellerinde bulundurmak için yanlış bilgileri düzetmek şöyle dursun, memnuniyetle karşılıyormuş. Ama bu tekeli altı yüzyıl sonra kaybetmişler. Söylentiye göre, iki Nesturi keşişi, bir asanın içini oyarak ipek böceği yumurtalarını buna saklamış ve Çin dışına kaçırmış.
Böylece ipek böcekleri Batıya ulaşmış ve ipek üretimi başlamış.
Tekrar sormaktan kendimi alamıyorum. Acaba Serez kentinin adı Latince ve Yunancada "Çin" ve "ipek" anlamına gelen "Seres"ten mi türedi?
Kentin Yunancadaki adı "Serres". Bir ara "Serre" de denmiş ama bu etimolojik anlamda bir değişikliğe işaret etmez.
SEREZ'DE İPEKBÖCEĞİ VAR MIYDI?
Belki burada ipek böcekçiliği yapılıyordu. Buna ilişkin bir bilgi bulamadım. Ama Osmanlının önemli kentlerinden Bursa belli başlı ipek böcekçiliği merkezlerinden biriydi. Osmanlı döneminde Serez de neden bu merkezlerden biri olmasın? Anneannem Serez'in de bağlı olduğu Selanik vilayetindeki Vodina'da ipekböcekçiliği yapıldığını anlatırdı. Eğer orada ipekböcekçiliği yapılıyorsa, Serez'de de yapılıyor olması çok muhtemel. Öyleyse adını da "Çin" ve "ipek" anlamına gelen "Seres"ten almış olamaz mı?
Bence çok muhtemel. Fakat yaptığım sınırlı araştırmada bunu kesin olarak kanıtlayacak bulgulara ulaşamadım.
BİR KESİŞME NOKTASINDAN ÖTEKİNE BAĞLANTI
Ama olsun! Serez'in adı "Seres"ten gelmese bile en azından ben kendi zihnimde Tanrı Dağları ile Serez'in yan yana gelişinin nedenini çözmüş oldum. Çünkü bütün bu anlattıklarım benim için özel bir şekilde birbiriyle birleşiyor. Çocukken Türklerin anayurdu olduğunu öğrendiğim ve yıllar sonra görme imkânı bulduğum bu bölge, aynı zamanda İpek Yolu'nun çeşitli güzergâhlarının da kesişme noktası.
İpek Yolu üzerinden sadece mal taşınmıyordu, fikirler, bilgiler, gelenek ve görenekler de aktarılıyordu. Dolayısıyla Sincan aynı zamanda kültürlerin de kaynaşma noktası. Tanrı Dağlarının eteklerinde bir Kazak yurdu içerisinde dostlar arasındayken, çocukluğumda öğrendiğim o bilgiyi, sonra edindiğim başka bilgilerle birleştirmiştim. Bağlantı noktasını "İpek Yolu" ve "Seres" isimleri oluşturmuştu.
Serez de, yine çeşitli yolların kesişme noktasında bulunduğu için farklı kültürlerin kaynaştığı bir bölge olan Balkanlar'daydı. İpek Yolu'nun Avrupa içine ulaşan uzantısındaki güzergâh üzerinde bulunuyordu.
İpek Yolu'nun değişik güzergâhlarının Orta Asya'daki kesişme noktasında bulunurken, zihnimin bir başka kesişme noktasında olan aile köklerimin bulunduğu Serez'e bağlantı yapması tuhaf değildi.
ŞEYH BEDRETTİN İPEK URGANLA MI ASILDI?
Orta Asya'da oturmuş Balkanları düşünürken, kemikleri o topraklarda kalmış atalarım, bir torunlarının uzak köklerinin bulunduğu yerde olduğunu acaba hissetmiş midir?
Bilmiyorum. Ama benim aklıma bunlarla birlikte, Serez çarşısında asılan Şeyh Bedrettin geldi. Nazım Hikmet nasıl anlatıyordu Şeyh Bedrettin Destanı'nda?
"Yağmur çiseliyor,
beyaz ve çıplak mürted ayaklarının
ıslak ve karanlık toprağın üstünde koşması gibi.
Yağmur çiseliyor,
Serez'in esnaf çarşısında,
Bir bakırcı dükkânının karşısında,
Bedreddinim bir ağaca asılı."
Osmanlılar âlimleri öldürseler de gene saygı duyarlardı. Acaba, Şeyh Bedreddin Serez'de ipekten bükülmüş bir urgana mı asılmıştır?