Herkesin bildiği gibi Çin dünyada en fazla nüfusa sahip ülke. Bu nüfusun büyük çoğunluğunun kırsal kesimlerde yaşadığı söyleniyor. Benim kırsal kesime pek fazla gitme şansım olmadığı için kendim görmedim, o yüzden de oraları çok iyi bilmiyorum; fakat büyük şehirlerindeki nüfus ve kalabalık da azımsanacak cinsten değil. Özellikle işe gidiş ve işten çıkış saatlerinde, benim yaşadığım bölge gibi şehir merkezinin oldukça dışında kalan yerlerde bile hem araç hem de insan yoğunluğu had safhaya ulaşıyor. Yolların büyük bölümünde bisikletler için özel olarak ayrılmış ve araçların bir şeridiyle yaklaşık aynı genişlikte olan bölümler var. Fakat yoğunluktan dolayı bu bisiklet yolları bile motorlu taşıtlar tarafından işgal ediliyor ve küçücük bir bisikletin bile geçemeyip trafiğe takıldığı çok oluyor. Böyle zamanlarda da bisikletler kaldırıma çıkıyor ve yaya trafiği bile aksıyor. Ya da başka bir örnek verlmek gerekirse, özellikle işe gidiş ve işten çıkış saatlerinde, normalden daha sık aralıklarla gelen metroya binebilmek için bazen bir sonraki, hatta bazen iki sonraki metro treninin gelmesini beklemek zorunda kalabiliyorsunuz. Hatta birçok zaman metro istasyonunun içine girmek için kapının önünde 15-20 dakika sırada beklemeniz gerekebiliyor. Fakat böylesine bir kargaşa içinde bile mevcut olan bir düzen size kendini hissettiriyor. Kendinizi o karmaşa içinde kaybolmuş, ne yapacağını, neyi nasıl yetiştireceğini bilemez bir konumda hissetmiyorsunuz.
Pekin şehir merkezi için konuşacak olursak, böylesine bir yaşam içinde bile, devlet tarafından mı sağlanıyor yoksa insanlar kendileri mi buluyor, bilmiyorum ama insanların büyük çoğunluğunun iyi kötü bir işi var, işsiz sayısı oldukça az. İlginç işlerle ilgili bir örnek vereyim. Gerçi şimdi sanırım artık yok, fakat ben Beijing'e ilk geldiğim zamanlarda beni çok şaşırtan mesleklerden biriydi "asansör şoförlüğü". En fazla 3-4 kişi taşıma kapasiteli küçük asansörlerde değil de, 10 kişinin üzerinde taşıyan büyük asansörlerde, kapısı açılır açılmaz içeride küçücük bir masanın önünde bir sandalyede oturan asansör şoförleriyle karşılaşırdınız. Benim karşılaştığım şoförlerin hepsi kadındı. Sanırım vardiyalı çalışıyorlardı, çünkü ben okula gittiğim zamanlarda 4. katta olan sınıfıma çıkarken kullandığım iki asansörde de aynı saatlerde hep aynı şoförler bulunuyordu. Onların esas görevleri, binen kişilerin söylemesiyle, çıkacakları ya da inecekleri katın düğmesine basmaktı. Tabi tek görevi bu değildi, onun dışında, asansörü temiz tutmak, fazla kişi olduğunda uyarmak, asansöre yetişmeye çalışan biri veya asansöre yüklenmek istenen eşyalar olduğu zaman kapıyı açık tutmak ve asansörü bekletmek de onun işleri arasındaydı. Asansörün boş olduğu veya çok yoğun olmadığı zamanlarda bu görevlileri hep, gazete veya kitap okurken görürdüm. Bu benim çok hoşuma giderdi. Metrolarda ve bazı otobüs duraklarında sabah erken saatlerde ücretsiz gazete dağıtıldığını da ilk olarak onlardan öğrenmiştim. O zamanlarda Çincem pek iyi olmadığı için uzun uzun sohbet etme şansım hiç olmadı, fakat okudukları şeyler hep günlük gazeteler veya kalın romanlar olduğu için eminim ki sohbet edebilseydim söyleyecekleri, anlatacakları, yorum yapacakları birçok ilginç şey çıkardı. Örneğin hiçbirini boş bir kağıda anlamsız resimler çizerken, ya da kulağında kulaklıkla "çıstak çıstak" ritmli müzikleri dinlerken, ya da bulmaca çözerken görmedim. Sonrasında bu görevliler giderek azaldı ve onlarla ilk karşılaştığım yer olan okulumun asansörü, yine onları son olarak gördüğüm yer oldu.
Bu ilginç "meslek"lerden bir tanesi de, boş şişe toplamacılığıydı. En çok metro istasyonlarında karşılaştığım bu mesleğin erbapları için işleri son derece önemli gözüküyordu. Bazen çöpe atılmış olan, bazen metronun içinde bırakılan, bazen de insanların bitirip atmak üzere oldukları şişeleri alıp, eğer içlerinde bitirilmemiş bir içecek varsa önce onu gidip ray boşluğuna veya çöpe boşaltmaları, daha sonra ayaklarıyla iyice ezerek mümkün olan en küçük boyuta getirmeleri ve ardından tekrar kapağını kapatarak kocaman poşetlerinin içindeki onlarca boş şişenin yanına, en az yer kaplayacak şekilde yerleştirmeleri ve bütün bu işleri baştan savma değil, gayet ciddiyetle ve özenle yapmaları, bence hem takdir edilecek hem de keyif veren şeylerdi.
Bu boş şişeler için ne kadar para aldıklarını bilmiyorum. Boş bira şişesi benim evimin yakınındaki bakkalda 5 mao, yani 0.5 yuan'lik değere sahip ve Türkiye'dekinden farklı olarak üzerine başka harcama yapmasanız bile değiştirmek için kullanabiliyorsunuz. Türkiye'de 5 tane boş şişe, bir dolu şişe değerindeydi ve örneğin 10 tane boş şişe götürüp 5 yeni bira almak istediğinizde üç bira fiyatına alabiliyordunuz, yani 10 tane boş şişenin fiyatı, aldığınız miktardan düşülüyordu. Fakat 10 tane boş şişe götürüp "2 tane bira istiyorum" dediğinizde hiçbir bakkal bunu kabul etmiyordu. Pekin'de böyle değil. Burada 6 boş şişe bir dolu şişeyle değiştirilebiliyor ve bakkala 18 tane boş şişe götürdüğünüzde hiç para vermeden de 3 tane yeni bira alabiliyorsunuz. Tabi bu bahsettiğim cam şişeler için geçerli, cam şişe toplayan da kimseyi görmedim. Plastik su veya meyve suyu şişeleri için böyle bir uygulama var mı, ya da ne kadara geri alınıyor onu bilmiyorum.
Ben de birçok defa suyumu bitirdikten sonra şişesini atmak yerine götürüp onlara verdim, fakat bunlardan bir tanesi diğerlerinden biraz farklıydı. Ben metro istasyonlarından birinde çok susamış bir şekilde büyük bir iştah ve hızla suyumu içerken bir amcanın bana yaklaştığını fark ettim. Amcanın elinde büyük, siyah bir poşet vardı ve içinde ne olduğu görünmüyordu. Bana baktığını görünce su içmemi yarıda kesip ben de ona baktım. Eliyle şişeyi işaret etti. Ben de Çince olarak "Şişeyi mi istiyorsun" diye sordum. O da "Evet" dedi. Ben de "Tamam biraz bekle, çok susadım, önce bitireyim sonra vereyim" dedim. O da teşekkür etti. Tam o anda binmek için beklediğim metro geldi. Çok susamış olduğum için yarısı dolu olan şişeyi amcaya vermek istemedim, daha susuzluğum geçmemişti. Adama o kadar "Bekle" demişim, "Metro geldi" deyip şişeyi vermeden gitmek de istemedim, tereddüt yaşadım. O da bunu fark etti, ve "Tren geldi, git sen, önemli değil" dedi. Ben de "Sorun değil, acelem yok" dedim ve suyumu içmeye devam ederek bir sonraki metroyu beklemeye başladım. Adamın bu hareketimden çok mutlu olduğu belliydi. Bana "Çince biliyorsun değil mi" diye sordu, ben de "Biraz biliyorum" dedim. Amca büyük olasılıkla Beijing'liydi çünkü telaffuzunu rahat anlayabiliyordum. Bana bir cümle söyledi, sonunda da "Sen de mutlu musun" dedi. Dediğini anlamadım, tekrar etmesini istedim, yine tam anlamadım ama bu sefer içinde sanki bir "uçak" kelimesi geçiyordu. Biraz düşündüm, acaba bana uçakla ilgili ne soruyor olabilirdi, uçakla ilgili nasıl bir şey beni mutlu edebilirdi? Bana "Hiç uçağa bindin mi, uçağa binmekten mutlu musun" gibi bir şey sormuş olsa bunu anlardım. Yorumlayamadım. Sonra biraz yüzümü ekşiterek "Gene anlamadım" dedim. O da ceketinin cebinden buruş buruş olmuş bir gazete çıkardı ve bana uzay aracı resmini gösterdi. O sıralarda Çin daha kısa bir süre önce uzaya araç göndermişti ve herkes, -ve belli ki bu amca da- bu olayın heyecanı içindeydi. Amcanın demek istediğini o an anladım. "Çin'in uzay aracı göndermiş olmasından mutlu musun?" diye soruyordu. Ben de elbette mutlu olduğumu, Çin'i kutladığımı, bu teknolojilerin daha da geliştirilmesi gerektiğini, bu şekilde Amerika'nın bile henüz yapamadığı bir şeyi dünyada ilk olarak Çin yaparsa daha çok mutlu olacağımı söyledim. Söylediklerim amcanın çok hoşuna gitti, uzunca bir güldü. Sonra bana nereli olduğumu sordu. Ben Türk olduğumu söyleyince biraz bozuldu. Ben de şaşırıp sordum, "Ne oldu, Türkleri sevmiyor musun" dedim. O da bana, "Sen az önce Çin bir şeyi ilk defa yaparsa, Amerika'nın da yapamadığı bir şeyi yaparsa çok mutlu olacağını söylemedin mi" diye sordu. Ben de "Evet, Türk olmakla bunun ne ilgisi var" dedim. O da "Siz Müslümansınız, Irak da Müslüman, üstelik sizin komşunuz, peki Irak'a karşı niye Amerika'ya yardım ediyorsunuz" diye sordu. Şaşırdım kaldım. Şişe toplayarak geçinmeye çalışan bir amcanın, önce Çin'in uzay aracı göndermiş olmasından dolayı bu kadar heyecan duyması ve o gazeteyi yanında taşıması, sonrasında da ben Türkiye der dermez o kadar şeyi bir arada, bir anda düşünüp bu kadar net bir yorum yapacak kadar bilgili olması beni cidden etkilemişti. Biraz düşündükten sonra "Söylediğin doğru, ben Amerika politikalarını desteklemiyorum ama bizim devletimiz benim gibi düşünmüyor, Amerika'nın her istediğini yapıyor" diyebildim. O da biraz gülümseyerek "İyi değil, iyi değil" dedi. Ben de "Biliyorum ama ne yapabilirim?" diye sordum. Amca gülümseyip hiçbir şey söylemeden bana pazularını gösterdi. Yani sanırım "Güçlü ol" demek istedi. O esnada bir sonraki metro da geldi, zaten suyum da bitmişti. Amca da "Hadi git, daha fazla geç kalma, şişe için çok sağol" dedi. Ben de "Tamam o zaman gideyim, sohbet için sağol" dedim. Gülümsedi, arkasını döndü ve istasyonun diğer tarafında duvar kenarına bırakılmış bir şişeyi almak için ağır ağır yürümeye başladı. Ben de metroya binerek oradan ayrıldım.
Toplam 4-5 dakika içinde yaşadığım bu beklenmedik olaylar üzerinde belki yarım saat düşündüm. Asansör şoförünün bana ücretsiz gazete dağıtıldığını söylediğini tekrar anımsadım. Demek ki dedim kendi kendime, toplumun en alt seviyeleri bile o gazeteleri alıyor, okuyor ve tüm dünyadaki durum hakkında bu kadar bilgi sahibi. Türkiye'de aynı şekilde yaşayan ve benzer bir iş yapan bir insanın okuma yazma bileceğini bile sanmıyorum, eğer yanında gazete varsa o da büyük olasılıkla ya kirli veya soğuk bir yere oturacağında sermek ya da satıp kağıt parası almak içindir. Çin neden gelişiyor? Cevabını halkın en alt, en yoksul kesimlerinden bile bu şekilde alabiliyorsunuz. Bu 4-5 dakikadan alınacak ders çok.
Evet sevgili dinleyiciler, bu haftaki programımızın da sonuna geldik. Program içinde geçen bazı kelimelerin Çincelerini öğrenerek programımızı noktalayalım. Metro demek için Çincede di(4) tie(3) diyoruz. İstasyon demek için de zhan(4) kelimesini ekliyoruz. Yani metro istasyonu demek için di(4) tie(3) zhan(4) diyoruz. Gazete demek için Çincede bao(4) zhi(3) diyoruz. Bao(4) kelime olarak bildirmek, anons etmek anlamlarına geliyor, zhi(3) ise kağıt demek. Gazete, bao(4) zhi(3). Uzay mekiği demek için Çincede hang(2) tian(1) fei (1) ji(1) diyoruz. Hang(2) tian(1) uzay demek. Fei(1) uçmak, ji(1) ise cihaz, alet anlamına geliyor, fei(1) ji(1) uçak demek, yani toplamda uzay uçağı anlamına geliyor. Hang(2) tian(1) fei(1) ji(1).