"Ne yediğine dikkat et. Çok çeşitli etleri tüketiyorlar… Sokaklar, yemekler susam yağı kokuyor. Hatta sabunu da susam yağından yapıyorlar. O koku geçmiyor… Ekmek yok, yanında götür" vs vs…
Çin'e geleceğimi duyan herkesin yaptığı uyarılar bunlar. Biraz bu yüzden, biraz da dünyanın ekonomik ve siyasi geleceğinin belirlendiği bu günlerde Çin'i merakımdan olsa gerek, uçağın tekerlekleri Beijing Uluslararası Havaalanı'na değerken neyle karşılaşacağımı bilmiyordum.
Artık Doğu'nun yükselen değeri, uyuyan ejderin kalbi Beijing'de üç gün geçirdikten sonra biraz da olsa ne beklemem gerektiğini biliyorum.
Gerçi ne Beijing üç günde gezilip görülebilecek bir yer, ne de 5,000 yıllık Çin kültürü üç günde anlaşılabilecek bir şey.
Yine de en azından artık birkaç kelime edecek kadar fikir sahibiyim.
En başta artık bana yapılan uyarıların bugün geçerli olmadığını, geçmişte kaldığını anlıyorum. Evet, Çin'in güneyinde bazı yerlerde köpek yeniyor ama Beijing'de kedi, köpek yenmiyor. Restoranlar temiz, yemekler inanılmaz lezzetli.
Dahası, artık bir zamanların Kızıl Çin'inin dört bir yanını alışveriş merkezleri, buraları da tüm dünyanın adını ezbere bildiği markalar doldurmuş durumda. Daha Türkiye'ye gelmemiş markaları bile bulmak mümkün. Batı tarzı fast-food restoranlar her yerde.
Hala restoranlarda ekmek servis edilmiyor. Ama sıklıkla karşınıza çıkan "Alman fırınları" ekmek ihtiyacınızı karşılamak için hazır bekliyor.
Tüm bunları görünce şaşırmaktan kendimi alamıyorum. Üstelik tüm bu "açılım"lar son 10, belki 20 yılın eseri.
Ülke, üye sayısı Türkiye'nin nüfusundan fazla olan Çin Komünist Partisi tarafından yönetiliyor.
Devlet yönetimine baktığınızda, kağıt üstündeki gibi "komünist" ama ekonomik olarak da bir o kadar dünyaya açık. Yani Çin, tarihin her döneminde olduğu gibi nev-i şahsına münhasır bir rejime sahip.
Çin'in son 15-20 yıldaki değişimi baş döndürücü. Artık dünyayı kabul eden, ekonomik açıdan güçlü ve dünya politikasında giderek sesini daha fazla duyuran bir Çin var.
Beijing sokaklarında gezerken bunu her metrekarede hissetmek mümkün. Bir kere aradan üç yıl geçmiş olmasına karşın olimpiyatların izi her yerde. Çünkü olimpiyatlar, bir bakıma Çin'in dünyaya "seni kabul ediyorum" mesajını verdiği olay. Bir dönüm noktası.
Olimpiyatlar sayesinde artık Çince bilmeyen biri yolunu Beijing'de daha kolay buluyor, birçok tarihi yapı elden geçirilmiş, yenilenmiş. Ve elbette Olimpiyat köyü "yeni Çin'in" deklarasyonunun somut hali.
Ben "yeni Çin" diyorum. Ama Çinliler daha çok "modern Çin" demeyi tercih ediyor.
"Modern Çin" devasa yapılar, görkemli ve tematik binalarla vücut buluyor Beijing'de.
Komünizmin ilanının ardından Çin Halk Cumhuriyeti'nin dünyaya meydan okumak için diktirdiği büyük, enine uzun, yatay binalar; devasa gökdelenlerin, belli bir konseptle inşa edilmiş plazaların, büyük sitelerin arasında artık küçücük kalmış.
Kökü Qing Hanedanlığı dönemine kadar dayanan yüzlerce yıllık tek katlı taş evler, hanedanlık üyelerinin büyük bahçeli görkemli evleri ise bu gösteriş arasında belli belirsiz noktalara dönüşmüş.
Tarihi olaylara tanıklık eden Tian'anmen Meydanı ve çevresindeki tarihi yerleşim yerleri, turistlere ve Beijing'de yaşayan "bohem" yabancıların ikametine terk edilmiş durumda.
Değişim muazzam... Belki de bu değişimden payını almayıp, "modern" dünyanın bencilliği ve suratsızlığından nasibini almamış tek unsur da Beijing halkı.
Çince bilmeden dolaşmanın zor olduğu, halkın da İngilizce bilmediği bu kentte yardımseverlik ve iyi niyet koşuyor yardımınıza.
Çinliler, yabancıyı dışlamıyor. Saygılı, iyi niyetli, güler yüzlü ve hepsinden önemlisi yardımsever.
Beijing'deki üç günü tamamlayıp, bu binlerce yıllık kente veda ederken itiraf etmeliyim ki yeni ya da "modern" Çin etkileyici. Ama eski Çin'in de boynu bükük…
Çin benzersiz bir ülke.
Gelecek yılları da geçmişindeki 5,000 yıla sahip çıkarak ama yüzünü bugünün gerçeklerine dönerek kucaklaması en büyük dileğim.
İrem Köker