Elinde masum sivillerin kanıyla insan haklarından bahsetmek mümkün mü?

2021-09-20 14:32:37

Elinde masum sivillerin kanıyla insan haklarından bahsetmek mümkün mü?_fororder_LOXKQP

“Bir bombardıman esnasında füze fırlatmadan 3 saniye önce, bir Afgan çocuk aniden görüş alanıma girdi, hedef noktama girmek üzereydi. Ancak yine de ateşleme butonuna bastım. Füze hedefi vurduktan sonra gözlemcim bana o çocuğu bir köpek olarak görmem gerektiğini söyledi. Ancak o bir köpek değildi, canlı bir insandı. ”

ABD ordusunda görev yapan insansız uçak operatörü Brandon Bryant, katıldığı Afganistan savaşının hatırasını bir kabus olarak yaşamayı sürdürüyor, savaşın bıraktığı derin ızdırabı yaşıyor.

ABD ordusu, terörle mücadele kisvesi altında, uluslararası hukuku ve normları çiğneyerek masum sivillerin canını hiçe saydı, diğer ülkelerin halklarının insan haklarını ciddi şekilde ihlal etti. Afganistan’da bir düğünde eğlenenler, tarlalarında emek veren çiftçiler, hatta uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele eden Afgan polisler bile ABD ordusunun saldırılarının hedefi oldu. Yapılan hesaplamalara göre, 2010-2020 döneminde, ABD ordusu, sadece Afganistan’da insansız uçaklar kullanarak 13 bin 72 saldırı gerçekleştirdi, çok sayıda masum sivilin hayatını kaybetmesine yol açtı. ABD ordusu, Afganistan’dan tamamen çekilmesine bir gün kala yaptığı saldırıda da çok sayıda Afgan sivili öldürdü. Kurbanların en küçüğü sadece iki yaşındaydı.

“O çocuğu bir köpek olarak gör” ifadesi ABD yönetiminin insan canını hiçe saymasının güçlü bir kanıtı. Amerikan tarihçi Paul Atwood, ABD’lilerin yaşam tarzının savaş olduğunu vurgulamıştı. ABD, uzun yıllardır dünya genelinde savaş sopasını sallayarak, hegemonyasını ve zorbalık düzenini sürdürmeye çalışıyor. Sivillerin canını değersiz gören ABD, diğer ülkelerin halklarının insan haklarını göz göre göre ve ciddi şekilde ihlal ediyor, diğer ülkeler için sayısız trajediye yol açıyor. ABD, günümüzde hiç kuşkusuz dünya barışının önündeki en büyük engel ve küresel ölçekte insan haklarının en büyük düşmanı.

İlk olarak şu gerçeğin altını çizmek lazım ki, ABD’nin sahte istihbarata istinaden dünya genelinde birçok kez gayrimeşru savaşlar başlattığını ve insani felaketlere yol açtığını kimse inkâr edemez. ABD, bir bardak çamaşır deterjanını “kimyasal silah” delili olarak göstererek Irak’a savaş açtı. “Beyaz Miğferler” örgütünün sahte videolarına dayanarak Suriye’ye hava saldırıları gerçekleştirdi.

ABD, kurulmasından bu yana geçen 240’tan fazla yılda, sadece 16 yıl içinde bir savaşa katılmadı.

ABD, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden 2001 yılına kadar geçen sürede dünyanın 153 bölgesinde 248 askerî çatışmaya girdi. Bunlardan 201’i ABD tarafından düzenlendi.

2001 yılından bu yana ABD’nin gayrimeşru savaşları veya askerî operasyonları nedeniyle toplam 800 binden fazla masum sivil yaşamını yitirdi, milyonlarca sivil evsiz kaldı.

2005 yılında Irak’ın Haditha (Hadise) kasabası, tüm dünyayı şok eden bir saldırıya sahne oldu. ABD ordusu, sadece bir askerinin saldırıya uğramasını gerekçe göstererek yerel halkı hedef alarak misillemede bulundu ve 24 masum Iraklı sivili katletti.

Hayatını kaybedenler arasında yaşlı, kadın ve çocuklar da vardı. ABD askerlerinin acımasızlığı tüyler ürperticiydi. Harvard Üniversitesi’nden Profesör Stephen Walter, yazdığı makalede, “ABD ordusu, açtığı sayısız savaşla militarizmi ve yabancı düşmanlığını alevlendirdi, kin ve nefreti artırdı.” ifadelerini kullandı.

İkinci olarak, ABD’nin başvurduğu tek taraflı yaptırımlarla ilgili ülkelerdeki halkların insan haklarını ciddi şekilde zedelediği bir başka gerçek.

COVID-19 salgınının yaşandığı dönemde ABD’nin başvurduğu tek taraflı yaptırımlar azalmak yerine arttı. ABD’nin bu politikası, İran, Küba, Venezuela ve Suriye gibi yaptırım mağduru ülkelerin salgınla mücadelede gerekli malzemelere erişememesine yol açtı. Gıda sıkıntısı çeken bu ülkelere yönelik insani yardımlar da kesintiye uğradı. BM Güvenlik Konseyi’nin yetki ve onayı dışında uygulanan bu yaptırımlar, söz konusu ülkelerin halklarının yaşamını daha da zorlaştırdı, bu ülkelerin gelişmesini engelledi.

Küba Havana Üniversitesi’nden tarihçi Francesca Lopez Civira, basına verdiği demeçte, “ABD insan hakları ve özgürlük kisvesi altında diğer ülkelere baskı yapmaya, bu ülkelerdeki çatışmaları kışkırtmaya çalışıyor. ABD, kendisiyle anlaşmazlık yaşayan ülkelerde iktidar değişimini, böylece kendi hegemonyasını korumayı hedefliyor.” diye konuştu.

Üçüncü olarak, ABD’nin kendi vatandaşlarının canını ve sağlığını da hiçe saydığını hatırlatmak gerekiyor. ABD’nin insan hakları karnesi çirkin lekelerle dolu. ABD, övünmeyi sevdiği gibi ‘insan hakları feneri’ olma unvanını hiç de hak etmiyor.

Dünyadaki en ileri tedavi donanımlarına ve teknolojilerine sahip olan ABD, salgında hem en çok vaka görülen hem de en çok can kaybı yaşanan ülke oldu.

Washington, tüm olanaklarını salgınla mücadele için seferber etmek yerine, başarısızlığının sorumluluğunu diğer ülkelere atmaya ve diğer ülkeleri karalamaya odaklandı.

Bunun yanı sıra, ABD’de uzun yıllardır sistematik ırkçılık sorunu ciddiyetini koruyor. Afrika ve Asya kökenliler ile Müslümanların insan hakları sistematik olarak ihlal ediliyor. ABD, ayrıca insan kaçakçılığı ve zorla çalıştırmanın da sıkça görüldüğü bir ülke konumunda.

Kendisini dünyaya insan haklarında örnek olarak sunmaya çalışan ABD’ye diğer ülkelere sürekli savaş açarken, masum sivilleri öldürürken kimin, hangi hakkını koruduğunu sormak lazım.

ABD salgını var gücüyle siyasileştirirken, diğer ülkeleri karalamaya çabalarken hangi açıdan insan haklarını korumuş oluyor? ABD’nin baştan sona en büyük insan haklı ihlalcisi ve kendi halkının insan haklarını koruyamayan bir başarısızlık abidesi olduğu herkesin malumu.

ABD, tüm bu hatalarından ders almalı ve bir büyük ülkenin üstlenmesi gereken sorumlulukları etkin şekilde yerine getirmeli, tüm olanaklarını kendi halkına mutluluk getirmek ve insan haklarını korumak için kullanmalı, diğer ülkelerdeki insan haklarını çiğnememeli. Aksi takdirde ABD, tüm dünyanın alay konusu olmaktan kurtulamayacak.

刘文俊