10 kelimeyle Beijing

  2018-09-18 10:06:46  cri

(Beijing Konfüçyüs Tapınağı'ndan duvar detayı, FOTO: Emre Demir)

Çinli yazar Yu Hua'nın 'China in 10 Words' kitabını okuduğumda, bir yabancı olarak benzer bir çalışma yapsam hangi kelimeleri seçebileceğimi çok düşündüm. Ama bunu yapmaktan hep çekindim, çünkü seçtiğim kelimeler hep dönemseldi, yaşadığım şehri ve ülkeyi keşfettikçe, başka kelimeler seçebilirdim, bunun bir sonu yoktu.

Ancak yine de seçtiğim bazı kelimelerle, kendi bakış açımdan bir Beijing fotoğrafı ortaya çıkarabilirdim. Beijing'e dair zihnimde çağrışan birçok şeyi kapsayacak 10 kelime! Bu kelimelerden bazıları, şehre dair daha bütün görünümler sunarken, bazıları büyük resimde rötuş işlevi görebilir. Bazı kelimeler, yolu bu şehirden geçenlere 'Evet Beijing tam da budur' dedirtirken, bazı diğer kelimeler 'Bu nerden çıktı, hiç görmedik' de dedirtebilir.

Düzlük 平坦

İlk kez gittiğim bir şehirle ilgili ilk izlenimim, genellikle şehrin fiziki yapısıyla ilgili oluyor. İstanbul tepeli ve dolambaçlı bir şehirdir, bir diğer antik başkent Roma da inişli çıkışlı sokaklardan oluşur. Buna karşın Beijing dümdüzdür, burada sanki doğa birkaç adım geri çekilip Beijing şehrine alan açmış gibidir.

Bu düz zemin üzerinde çok iyi organize olmuş bir şehir kurulu. Pek çok antik şehir, tarihi eserlere ev sahipliği yapar, ancak Beijing'de tarihi olan, şehrin bizzat kendisi. Caddeler, sokaklar belli bir plana göre çizilmiş, evler yine bir plana göre dizilmiştir. Beijing başıboş, rastgele bir şehir değil. Dönemsel ihtiyaçların, şehrin gelişimini belirmeme lüksü yok, Beiping'den Yanjing'e uzanan binlerce yıllık süreçte oluşan bir ana fikir, her zaman son sözü söylüyor.

Mor Yasak Kent 紫禁城

Beijing'de yaşamaya başlayan biri, öncelikle bu şehirde yaşamanın anahtarlarından biri olan metroyu kullanmaya alışkın olmalıdır. Örümcek ağı gibi şehri saran Beijing metrosu, sadece bir ulaşım aracı değil; her seferinde o metro haritasına baktığımda, bütün bir şehre hakim olduğum, şehri avucumun içine aldığım hissine kapılıyorum. Metro, -yerin altındaki trenlerden ziyade o sistemin varlığının bilinci- şehri insan ölçeğine indiriyor.

Metro haritasının odak noktasında kırmızı bir ikon var, Yasak Kent. Bu ikona bakınca, bu tarihi yapının başka işlevleri üzerine düşünüyorum. Yasak Kent'in tarihi değeri malum. Ancak yapının şehirle kurduğu başka ilişkiler de var. Mesela benim yön duygum Beijing'de yaşamaya başladıktan sonra gelişti ve bunun en büyük sebebi, şehrin tam merkezinde duran işte bu yapı. Yasak Kent, Beijing'de kaybolmayı imkansız hale getiriyor. Şehrin neresinde olursam olayım, sarayın nerede olduğunu biliyorum, sarayın konumunu kafamda belirledikten sonra yolumu daha kolay buluyorum.

Şehrin tarihi ekseninin merkezinde yer alan Yasak Kent, her geçen gün gelişen ve daha dinamik halen gelen modern Pekin'in üzerinde yükseldiği sağlam bir zemin işlevi de görüyor.

Dinamizm 活力

Asya kıtasının en batısındaki bir başkentte doğdum, şimdi kıtanın en doğusundaki başkentlerden birinde yaşıyorum. Ankara deyince, akla önce kasvetli kamu binaları ve monoton bir günlük yaşam gelir. Beijing'e yerleşme kararı alırken en çok bundan çekiniyordum, doğduğum şehirden zaten çok sıkılmıştım, yeniden siyasi bir başkentin sıkıcı yaşam ritmine nasıl alışabilirdim?

Ancak Beijing bu anlamda beni şaşırttı ve sürekli şaşırtmaya devam ediyor. Şehrin en önemli özelliklerinden biri dinamizmi. Günlük yaşam sürekli çeşitleniyor, yeni mekanlar açılıyor, hayatımıza yeni trendler giriyor. Bir zamanlar sıradan bir kafe bulmanın zor olduğu şehirde, şimdi uluslararası zincirler her 15 saatte yeni bir şube açıyor! Genç Çinli girişimcilerin açtığı butik kafeler, benim için 'ikinci bir ev'e dönüşüyor. Şarap barları, viski ve puro barları, butik biracılar, dünya restoranları, Beijing sakinlerinin yaşamdan aldığı tadı çeşitlendiriyor. Latince gusto kelimesi iki anlama gelir, hoşlanmak ve ağız tadı. Dolayısıyla ağzımızın tadı yoksa, ne izlediğimiz filmden ne okuduğumuz kitaptan, hiçbir şeyden keyif almayız. Ağzımızın tadı yoksa, yaşadığımız şehirden de keyif almayız!

Geçenlerde Hong Kong'da bir kafede Beijingli gençlerle karşılaştık, sohbet etmeye başladık. Hong Kong'da düzgün butik bira yapan bir yer bulamadıklarından şikayetçilerdi! Başlı başına şu şikayet bile, Çin'in ana kesiminin geçirdiği dönüşümü göstermeye yetiyor. Aynı zamanda ana kesim değişirken, bir zamanlar finans ve eğlence merkezi olan Hong Kong'un da görece bir durgunluk dönemine girmiş olduğunu da düşünebiliriz. Ancak Hong Kong'un hakkını yiyemeyiz, Beijing'de yatırım imkanları geniş, büyük paralar harcanarak yepyeni dünya trendleri anında şehrin günlük yaşamına dahil ediliyor; ancak servisten tutun da içeride çalan müziklere kadar, personelin ve patronun yaptığı işle kurduğu münasebete, işine karakterini ne kadar yansıtabildiğine kadar, eksik olan bir şey var. Beijing'in yeni görevi, şimdilik biraz yapmacık ve yüzeyde kalan bu yeni trendlerin bir kısmını şehir kültürünün doğal bir parçası yapabilmek.

Sis 雾霾

Klasik Çin resimlerinin çok belirgin bir özelliği var, belli belirsiz görülen yüksek dağlar, bulutlar, manzaraya sinmiş sis tabakası ve küçücük insan figürleri. (Batı resminde insan büyüktür, Çin resmindeyse doğa!) Beijing'de yaşadığım yıllar gözümün önüne geldiğinde, bazı hatıralarım hep böyle bir sis tabakasının arkasında görünüyor. Geçtiğimiz yıllardaki ciddi hava kirliliği, şehre dair imgelerimi de etkilemiş. Bu sisli ortam, psikolojik olarak da şehir sakinlerini kuşatmakta. Sis, şehre musallat olmuş ve bütün renkleri solduruyor. Mavi, kırmızı, sarı yok artık, sadece gri bir toz bulutu. Ve maskeli insanlarıyla açık hava bir hastaneye benzeyen şehir... Neyse ki son yıllarda alınan önlemler sonuç veriyor; eminim, on yıl sonra yeniden on kelimeyle Beijing yazarsam, o kelimelerden biri sis olmayacak, mavi gökyüzü olacak.

Beijingliler 北京人

Bir yabancı olarak Beijing'de yaşamaya başladığım ilk günlerde, dışarı çıktığımda benim için iki tip insan vardı: Çinliler ve yabancılar. Önce yabancılar arasındaki ayrımı görmeye başladım, seyahat için gelen turist ile burada yaşayan yabancı farklıydı. Amerikalı Rus'tan, Meksikalı Türk'ten farklıydı. Daha sonra Çinliler arasındaki farkları görmeye başladım, metroya bindiğimde kimin Beijingli, kimin 'dışarıdan gelen' (waidiren) olduğunu artık kolaylıkla anlayabiliyordum. Artık benim için sadece 'Çinliler ve yabancılar' yoktu; Beijingliler, Hunanlılar, Dongbeililer, Henanlılar vardı... Ve sonra şunu düşündüm: Peki bu şehir kime ait?

Her gün kargomuzu taşıyan Hebeili gence mi? Restoranda yemeğimizi servis eden Shandonglu fuwuyuan'a (garson) mı? Yoğun bir aksanla konuşan, elinde sürekli ceviz kabuğu toplar çeviren sarı gömlekli Beijingli taksici amcaya mı? Sanlitun'da yeni açtığı barda farklı kokteyller sunmaya çalışan Japon girişimciye mi? Tsinghua üniversitesi kampüsünde gece gündüz çalışarak sınavlarını geçmeye çalışan Jiangxili öğrenciye mi? Yoksa bu satırların yazarına mı?

Aslında hepimize. Beijingli olmak sadece bir şive veya adabı muaşeret meselesi değil, bu şehre kendi katkısını sunan, şehrin o dev ritminin titreşimleriyle yaşayan herkes, en az bir diğeri kadar Beijingli. 1420'de bu şehri inşa eden İmparator Yong Le'nin gerçek torunu çıkıp 'şehrin varisi benim, derhal boşaltın' demediği sürece, Beijing hepimizin!

Laowai (Yabancı) 老外

Beijing'de yabancı olmak, bu şehirde yaşayan her bir yabancının kültürel arka planına ve yaşam tarzına göre değişir. Kimisi bu şehirde aradığını bulur, kimisi çabuk sıkılır ve kısa sürede ülkesine döner. Bu durumda neyi ölçü alacağız? Yaşam kolaylığı açısından bakarsak, Beijing yabancılar için yaşaması kolay bir şehir. Toplu taşıma araçlarında İngilizce desteği vardır, şehirde yabancılara karşı belirgin bir önyargı yoktur, ithal ürünler satan marketler çoğalmaktadır, Beijing giderek yerlisine yabancı, yabancısına tanıdık gelmektedir vs.

Tabii tek tip yerli olmadığı gibi, tek tip yabancı da yok. Bazı yabancılar yerel şartlara uyum sağlamaya daha yatkındır, bazılarıysa sürekli her şeyden şikayet edip durur. Bazı yabancılar kendisini bu şehrin bir sakini gibi görür, bazısıysa kısa süre sonra dönecek olduğunu bilmenin rahatlığıyla umursamaz davranır. İşine geldiği zaman sular seller gibi Çince konuşur, işine gelmediğinde 'ting bu dong' (anlamıyorum) deyip geçer.

Ben yerleşenlerden ve kendimi bu toplumun bir parçası olarak görenlerdenim. Dolayısıyla aynı vatandaşlığı paylaşmasam bile, aynı kamusal alanı paylaştığım insanlara karşı hem sorumluluklarım var hem de onlardan beklentilerim. Bir kafede kahve alırken ben nasıl sıraya giriyorsam, çevremdekilerin de sıramı çalmamasını bekliyorum. Ben nasıl içip bitirsem de elimdeki su şişesini yere atmıyorsam, çevremdekilerin de yere tükürmemesini bekliyorum. Ben nasıl kırmızıda karşıya geçmiyorsam, otomobillerin de yeşilde bana yol vermesini bekliyorum. Bütün bunlar bir arada yaşama kültürüyle ilgilidir, ve yerli ya da yabancı bu şehrin tüm sakinlerinin ortak sorunudur.

Sonbahar 秋天

Beijing'e en çok yakışan mevsim hangisidir diye sorulsa, sanırım bu şehirde yaşayan 20 milyondan fazla insanın çoğu sonbahar diyecektir. Aslında sonbahar her şehre ayrı bir yakışır, renkler en güzel tonlarında görünür, hava sıcaklığı dengededir. Ancak her şehir, sonbahara aynı renkleri sunmaz. Beijing'de, Yasak Kent'in bordo renkli duvarları, Xiangshan'de ağaçların dallarından düşmek üzere olan kırmızı yapraklar, Tanzhe manastırındaki mabet ağacının (ginkgo ağacı) altın sarısı yaprakları, son yıllarda kendini daha çok gösteren mavi gökyüzü, hutongların gri duvarları... Bütün bu renkler, sonbahar güneşiyle birleşerek, bir Eylül akşamı Beihai parkında uçurtmaları izleyen kişiye şunu söyletir: 'Dünyanın en mutlu insanıyım ve dünyanın en güzel şehrinde yaşıyorum!'

Kaybolanlar 失去的

Beijing metrosunda 2. hattaki durakların isimleri hep dikkatimi çekmiştir: Qianmen, Chaoyangmen, Xuanwumen, Jianguomen vs. Bu isimler aslında şehrin antik sur ve kapılarının isimleri. İsimler halen duruyor, ancak kapılar uçmuş.

Kapıların başına neler geldiğini öğrendiğimde, bu şehrin bir de kaybettikleri olduğunu anladım. Bu şehir üzerine düşünürken, sadece yerin üstünde somut olarak gördüklerimizi hesaba katmak yetmez, kaybedilenleri de unutmamak gerekir, çünkü bir şehir ancak hatırlayarak yaşar. Hafıza yoksa, hatıralar da uçar gider.

Entegrasyon

Şehirler mıknatıs gibidir, hayalleri, umutları, iş arayanları, kendisine tüm gücüyle çeker; bunlar şehre yepyeni fonksiyonlar kazandırır. Beijing, tarih boyunca sınırları ve fonksiyonları çok belirli bir şehir olmuştur, ancak 20. yüzyılın ikinci yarısı şehre çok ağır yükler getirdi. Mimar Liang Sicheng'in tabiriyle 'modern şehir hastalıkları' şehrin başına bela oldu. Şehir uzun süre bu ağırlığı taşıdı, ancak artık son noktaya gelindi. Şimdi Beijing'in hafiflemesi ve yüklerinden arınması gerekiyor.

Beijing-Tianjin-Hebei entegrasyon projesini, bu nedenle bir hafifleme projesi olarak görüyorum. Beijing gereksiz yüklerinden kurtulmalıdır, böylece siyasi ve kültürel işlevlerini daha iyi yerine getirebilir, sakinlerine daha güzel bir çevre sunabilir. Bu, Beijing'in fazlalıklarını diğer kentlere atması demek değildir, Pekin çevresindeki diğer kentlerle beraber kalkınacaktır.

Bu satırları yazarken, Beijing'in siyasi bir merkez olarak dünyayla entegrasyon kabiliyetini de düşünüyorum. Paris iklim anlaması, İran nükleer anlaşması, Kore nükleer sorunu, Afrika'da barış koruma çalışmaları vs... Çin bütün bu süreçlerin içinde ve bu süreçlere dair politikaların üretildiği başkent Beijing, Çin'in dünyayla entegrasyon kabiliyetinin ve insanlığa katkılarının da sembolü.

Shijingshan 石景山

Son olarak çok daha kişisel bir kelime seçmek istedim. Beijing'de yaşayan yabancılara, şehirde sevdiği semtleri sorduğunuzda, muhtemelen Sanlitun, Gulou, Guomao, Wudaokou gibi yerleri sayacaklardır. Shijingshan semtinin adını dahi duymayan pek çok yabancı olduğunu biliyorum. Ancak 10 kelimeyle Beijing'i anlatırken, benim kelimelerimden biri mutlaka Shijingshan olmalıdır, çünkü Beijing deneyimim burada başladı ve burada devam ediyor.

Shijingshan, benim gözümde Beijing'in son yıllarda geçirdiği değişimi de yansıtıyor. 2011 yılında bu semtte bulunan CRI'da çalışmaya başladığımda, civarda sadece tek bir market vardı, hiçbir kafe ve bar yoktu. Shijingshan eski ve biraz ihmal edilmiş gibi duruyordu. Ancak daha sonra günlük yaşam dönüşmeye başladı, modern yaşamın tapınakları haline gelen yeni alışveriş merkezleri açıldı, yeni kafeler, restoranlar hayatımıza girdi, bir fincan kahve için şehrin doğusuna gitmeye gerek yoktu artık. Tüm bu gelişmeye rağmen, Shijingshan sakin ve huzurlu ortamını korudu. Beijing'in doğusunda gördüğüm ve artık bana yorgunluk veren karmaşa ve gürültüyü, Shijingshan'da hiç hissetmedim. Elbette boş vakitlerimde sıkça şehrin doğusuna gidip bir şeyler içip arkadaşlarımı görüyorum, ancak akşam Shijingshan'e döndüğümde kendimi rahatlamış hissediyorum. Bu rahatlama hissi bana şunu düşündürüyor: Burası benim evim!

Emre Demir

Beijing