Çin'in reform ve dönüşümüne tanıklık eden Türk: Noyan Rona

  2017-10-02 19:40:24  cri

Çin, 30 yılı aşkın reform ve dışa açılma hareketi süresince baş döndürücü sosyal ve ekonomik değişimler geçirdi. Ülke artık yeni bir kalkınma hareketinin eşiğinde ve yeni hedeflere yol almak üzere.

Çin'in geride bıraktığı reform ve dışa açılma sürecinin tüm evrelerine yakından tanıklık etmiş, bu süreci bizzat deneyimlemiş bir ismin kapısını çalıyoruz: Garanti Bankası Shanghai Temsilcisi Noyan Rona.

Noyan Rona'yla randevumuz, Garanti ofisinin bulunduğu Shanghai Pudong semtinde. Pudong, dev finans kuleleriyle Çin'de reform hareketinin simgesel mekanlarından biri.

Noyan Rona için "Çin'i en iyi bilen Türk" denmesi boşuna değil; ancak Çin'le ilgili zaten kimsenin pek fazla birşey bilmediği bir ortamda Noyan Rona'yı sadece böyle anmak haksızlık olur. Noyan Rona, toplumu ve günlük yaşamı en ince ayrıntılarıyla gözlemleyen, bu detaylardan ilginç çıkarımlar yapan bir isim.  Shanghai caddelerinde otomobil kullanırken, Çinlilerin otomobil ve trafik kurallarıyla ilişkileri üzerinden yaptığı karakter analizlerini de bu söyleşinin bir parçası yapmak isterdim.

Çin'e öğrenci olarak gelen, daha sonra büyükelçilikte çalışan, ardından Shanghai'da muavin konsolosluk yapan, son olarak bankacılık alanında faaliyet gösteren Noyan Rona'yla söyleşimizde Çin'de geçirdiği 35 yılı ve Türkiye-Çin ilişkilerini konuştuk.

Emre DEMİR: Dile kolay 35 yıl. Hani derler ya "hangi rüzgar attı", böyle başlayalım isterseniz.

Noyan RONA: 35 yıl geçti hakikaten. İlk olarak devlet bursuyla mastır yapmak için gelmiştim. Geliş o geliş...

Peki, gelirken bu kadar uzun kalma düşünceniz var mıydı?

Yok hayır, gelirken bu kadar uzun kalacağımı düşünmemiştim açıkçası. Ama geldiğimde burayı en iyi şekilde öğrenmek istedim. Çin'in her şeyiyle ilgili oldum. Çin'in sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi, tarım ne derseniz deyin bu ülkenin her şeyiyle ilgilenmeye çalıştım. Bu kadar uzun olacağını düşünmemiştim ama hayat beni böyle bir mecraya soktu. Türkiye'den çok burada yaşadım.

Bu 35 yıl boyunca "yeter artık Türkiye'ye döneyim" dediğiniz anlar oldu mu?

Hayır. Gerçekten hiçbir zaman artık gitsem mi, artık çalışmasam mı diye düşünmedim. Burada mümkün olduğunca daha çok şey öğrenmek, daha çok şey yaşamak istedik.

Neydi sizi burada tutan şeyler?

Beni burada tutan somut şeyler değil. Para ve iş değil. Daha çok bu ülkenin tarihi, coğrafyası ve yaşadığı değişim sizi her gün yeni şeylerle karşılaştırıyor ve her yeni şey sizin hayatınızı motive ediyor. Bu motivasyonla siz yeni şeyler görüyorsunuz ve yeni şeyler yaşıyorsunuz. Yani ben gideyim mi kalayım mı diye düşünmeye vakit bile olmadı.

"Önce merak, sonra burada yaşama alışkanlığı"

Bu motivasyonu halen koruduğunuzu görüyorum.

Tabii bu biraz ilgi, merak. Yeni şeyler öğrenme merakı. Bunun içinde mesela lisan var, çok canlı bir lisan, her gün gelişiyor, bunu takip etmek de bir motivasyon. Sürekli yeni yerler görüyorsunuz, üç yıl önce gittiğiniz yere bir daha gidiyorsunuz, değişmiş. Sürekli bir değişim ve gelişim var. Bu sizi canlı tutuyor.

İlk yıllarda Çin'e ve Çinceye olan merak, dili en iyi şekilde öğrenme arzusu. Bunlar sizi bir süre motive ediyor. Fakat zaman ilerledikçe bunların üzerine bir de burada yaşama alışkanlığını koymaya başlıyorsunuz. Yeni bir çevrede yaşıyorsunuz, yeni arkadaşlar ediniyorsunuz, o arkadaşlarla ilişkiler ve çevre, sizin yaşamınızın bir bölümü haline geliyor, işte bunlardan ayrılmak çok zor. O bölüm, sizi siz yapan unsurlar haline geliyor. Bu ülkenin şartlarına göre yaşamayı öğrenmişsiniz, evinizi kurmuşsunuz, günlük gelişmeleri takip ediyorsunuz, bu süreç içinde o artık sizin malınız olmaya başlıyor veya siz artık oraya ait olmaya başlıyorsunuz. Ama bu demek değil ki artık içlerine girdim ve işim bitti; bir Türk olarak, bir yabancı olarak bakış açınız hiç değişmiyor. Çin'in gerçeklerine yabancı gözüyle bakmaya devam ediyorsunuz. Yeni bakış açıları, yeni izahatlar ediniyorsunuz, bu yönlerden sizi besliyor.

35 yıl boyunca buralı olma süreci işlerken, geride bıraktıklarınızla irtibatınızı nasıl diri tuttunuz? Türkiye'yle ve Türkçeyle olan bağınızı nasıl muhafaza ettiniz?

İlk geldiğimde tabii internet filan hiçbir şey yok. 3 ay öncesinin bir Türk gazetesini okuduğumda çok sevinmiştim o zaman. Gazete okumak o zaman için büyük olaydı, Türkiye'den biri gelecek de bize gazete getirecek... Zaten mastır için gittiğim şehirde tek Türk bendim. İlk 3 yıl pek Türkçe konuşamadım. Ama Türkiye'yi hep takip etmeye çalıştım. Daha sonra zaten bakanlık ve büyükelçilik görevim sırasında hep Türkiye'yle ilişkiliydim.

Bir de şöyle bir motivasyon var bizim için, Türkiye'yi iyi bilmek zorundayız. Çünkü Çin'de sokaktaki insan Türk olduğunuzu öğrenince hemen bir şey soruyor. Türkiye'deki olayları takip etmek zorundasınız. Çinliler haberlerde Türkiye'yle ilgili bir şey görüyor, ertesi gün size soruyor bunu. Sizin de o haberi izlediğiniz varsayılıyor. Bunun üzerine bir yorum, bir açıklama yapmanız lazım. Biz burada Çinlilere Türkiye'yi doğru tanıtmak, doğru anlatmak durumundayız ki Çinlilerde doğru bir Türkiye imajı olsun.

"Çin'de üç farklı hayat yaşadım"

Çok çeşitli görevlerde bulundunuz, öğrencilikle başlayan Çin kariyeriniz bankacılığa uzandı. Başka neler yaptınız?

Çin'de üç farklı hayat yaşadığımı düşünüyorum. Biri öğrenci hayatı, herhalde en çok zorlukla dolu dönemdi o. Ama en tatlı olan da oydu. Çünkü hep yeni şeyler öğreniyorduk, gençtik filan.

Sonra diplomat olduk, o ayrı bir hayat. Çin'deki yabancılar için söylemek gerekirse, en alt düzeydeki yaşamdan en üst düzeye geçiyorsunuz. Bu görev sırasında Çin'in değişik sosyal kesimleriyle tanışma imkanım oldu. Liderlerin birebir yakınlarında bulunma imkanım oldu. Çin'in birçok yerini gezip görme imkanı oldu.

Daha sonra bankacılık başladı. Diplomasi daha makro bir şey, bankacılığa başlayınca işin mutfağına geçmiş oldum. Zaten büyükelçilik ve başkonsoloslukta hep ekonomiyle uğraşmıştım ama işin mutfağını bilmiyordum açıkçası. Türk ürünlerinin tanıtımını yapıyorduk ama ticaret nasıl yapılır bilmiyorduk, bankaya girince bu halkayı da öğrenme fırsatı oldu.

Bu sırada başka imkanlarım da oldu, Çin'de sosyal hayata daha çok katılmaya başladım. Bilim ve akademi çevresiyle bağlantılarım oldu, konuk profesör olarak bazı üniversitelere gidip ders verdim, konuşmalar yaptım. Meslek kuruluşları çağırdılar, gidip Türkiye'deki yatırım ortamını anlattık. Bankacılık bütün hizmet sektörüne açık, hepsine hizmet verebilecek bir alan. Onun için bankacılık işinde Çin'in birçok sektörüyle temas etme, onlardan bilgi edinme imkanım oldu.

Noyan bey geride kalan 35 yıla bakınca Çin için öyle kritik bir dönemde burada bulundunuz ki, "Reform ve Dışa Açılma" adı verilen döneme en başından beri bütün gelişmeleriyle tanıklık etmiş, içinde bulunmuş bir isimsiniz. Geriye dönüp baktığınızda Çin'in geçirdiği sosyal ve iktisadi değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz, sizi en çok neler etkiledi?

Her şey etkiledi. Bütün hayatımızın şekillenmesine yol açan değişimler oldu. Daha önce günlük yaşamda pek çok ihtiyacı gideremiyorduk. Kendimizi yerel şartlara adapte etmeye çalıştık. Sonra Çin'in kalkınmasıyla birlikte, yurt dışındaki tüm alışkanlıklarımızı burada sürdürme imkanı bulduk. Daha düzgün evlerde yaşamaya başladık, daha düzgün caddelerde yürümeye başladık, daha düzgün alışveriş imkanlarına kavuştuk, hiçbir zaman elektrik kesintisi yaşamadık, hiçbir zaman su kesintisi yaşamadık. Bazen daha pahalıya alıyorduk ama aradığımız her şeyi bulur hale geldik.

Bu işin günlük yaşamı etkileyen kısmı, bir de iş konusu var. Çin'in dışa açılmasıyla pek çok kişiye ticaret yapma imkanı doğdu. İş bulma imkanları çoğaldı, daha önce Çin'de yabancı dediğiniz zaman ya öğrenci yahut büyükelçilik mensupları vardı, yabancının başka bir yerde çalışacak imkanı yoktu. Şimdi bakıyorsun Çin şirketlerinde yüzlerce yabancı çalışıyor, okullara bakıyorsun pedagojik eğitimi olmayan insanlar bile İngilizce hocası olmuş. Çin'in reformlarının yabancılara etkisi büyük oldu. Birçok Çinli yurt dışına gitmişken hepsi geri gelmeye başladı. Yaşantımızda başka bir yeri aramayacak kadar her türlü imkana sahip hale geldik. İş ortamı düzgünleşti, işlemler hafifledi.

Daha önce ben trene bindiğim zaman, yanımda oturan Çinlinin iki misli fiyat ödüyordum. "Sen yabancısın fazla para ödeyeceksin" diyorlardı. Ben de diyordum ki benim oturduğum koltukla yanımdaki Çinlinin oturduğu koltuk aynı, neden aynı hizmeti ben iki misli bedel ödeyerek alıyorum? Tren ve uçak biletleri böyleydi. Hatta fastfood lokantalarda yabancılar için ayrı bir sıra vardı, onlara ayrı fiyat vardı. Ben bunu söylediğimde 25 yaş altındaki Çinliler bunu anlayamazlar. Mesela benim ekmek karnem vardı, onunla gidip bir pide alırdım veya makarna alırdım. Yumurta almak için karnem vardı. Pek çok Çinli bile şimdi bilmiyor bunları ama durum böyleydi. Veya yabancılar için ayrı bir para vardı, dolar karşılığında bankadan para aldığın zaman size başka bir para ödeniyordu, yabancıların onunla alışveriş yapması bekleniyordu. Bir çeşit sertifikaydı o.

Öyle bir süreçten geçtik ki günlük hayatın her şeyi değişti. Eskiden bir bisiklet almak için bir yıl sıra bekliyordunuz, şimdi bisiklete bakan yok. Her şey hayal edilemeyecek kadar değişti. Ben yabancı olduğum için böyle düşünmüyorum sadece, 40 yaşın üstündeki bir Çinliye sorun, o da ülkesinin bu noktaya geleceğini tahmin etmemiştir.

Çin'de sosyal hayata çok aktif katıldığınızı biliyoruz, özellikle Shanghai şehrinin bir takım meseleleriyle hemhal olmuş, bunlara çözüm getirmeyi amaçlayan bir konumdasınız. Ne gibi girişimleriniz var şehrin sosyal yaşamında?

Çin'de ihtiyar heyeti gibi bir sistem var. Bulunduğum bölgedeki ihtiyar heyetiyle bağlantıya geçtim. Bu heyetle yerel düzeyde bazı işler yapıyorduk, daha sonra kademe kademe yükselerek şehrin en üst kuruluşlarıyla görüşür hale geldik.

Tabii bir yabancı olarak Shanghai'a ilgi göstermek, gördüğünüz hataları söylemek, Çin'de çok ilgi çeken bir durum. Lisan problemi olmadığı için Çinlilerle bağlantı kurmak çok kolay oldu. Fikirlerimize önem verdiler, dikkat ettiler, dinlediler. Bu beni teşvik etti tabii. Birçok komisyona seçildim. 108 kişiden oluşan belediye denetleme kurulundaki tek yabancı benim. Trafik denetleme komisyonu üyesiyim. Shanghai Tüketici Hakları Koruma Komisyonu'nun daimi yürütme kurulu üyesiyim. İki dönemdir bu görevi yürütüyorum. Çünkü bu şehirde yaşayan çok yabancı var ve onları temsilen de yabancı bir yönetim kurulu üyemiz olsun denmiş. Bu görüş üzerine oraya ben seçildim. Bu komisyonda kalite kontrol, hizmet sektöründeki yanlış uygulamalar ve saire bütün bunlarla ilgiliyiz. Şikayetleri alıyoruz, değerlendiriyoruz, yıllık toplantılarımız oluyor, küçük uzman komisyonlarımız var. Sağlık, trafik, hijyen gibi belli konularda bazen gizli denetlemeler yapıyoruz. Bunun dışında Shanghai senatosunda her yıl beni konuşma yapmak için çağırırlar. Orada kalkınma planları görüşülür. Kanun teklifleri verilir, özellikle trafikle ilgili benim verdiğim bazı kanun teklifleri kabul edildi, bundan büyük sevinç duyuyorum.

Çinliler yabancılardan bu tip öneriler gelmesini istiyor, bir yabancının gözünden neleri yapıp neleri yapamadıklarını dinlemek hoşlarına gidiyor. Ben de çok somut öneriler getiriyorum sürekli, bu da benim bir hobim oldu artık, hafta sonları da bu işlerle uğraşıyorum.

"Tercüme işi benim sırtımda kaldı"

Çin ile Türkiye arasında en yüksek liderler düzeyinde pek çok görüşmeye çevirmen olarak katıldınız. Türk tarafından Turgut Özal, Süleyman Demirel, Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Çin tarafından Jiang Zemin, Hu Jintao, Xi Jinping gibi liderlerin en yakınında bulundunuz. Bu ikili görüşmelerde unutamadığınız anılar var mı?

Önce şunu söyleyeyim, hem bu işin tahsilini yaptığım için hem de Çin'de en uzun süre yaşayan yabancı olduğum için, tercüme işi benim sırtımda kaldı. Ben aslında tercüman olarak eğitilmedim. Tercümanlık çok emek isteyen özel bir alan. Ama zaman beni bu konuda yetiştirdi. Ne zaman ihtiyaç olsa herkes beni çağırdı, sonunda herhalde iyi bir tercüman oldum. Bunun eğitimini yaşayarak edindim.

1983-84'ten beri Türkiye'den kim geldiyse bütün liderlerimize tercümanlık işi bana kaldı. Tabii elçilik, konsolosluk görevlerim de bunda etkili. Çinlilerin tabiriyle diyixian, yani ön cephede olmam nedeniyle bu iş bana kaldı. Ben de en iyi şekilde yaptım diye düşünüyorum.

İlk yıllarda birinci zorluk şuydu, o dönemki Çin liderleri yaşlı insanlardı ve standart Çinceleri o kadar iyi değildi. Herkes kendi yöresinin lisanını konuşuyordu. Bu şiveyi anlamak zor bir işti. Kimine daha çok yaklaşarak, kimine tekrar ettirerek anlamaya çalışırdım. Hatta bazen ikinci bir tercüman olurdu, o yerel aksanı Beijing aksanına çeviriyordu, ben öyle çeviriyordum. Daha sonra liderler gençleşince bu konuda problem kalmadı, hepsi standart Çince konuşuyordu.

"Spekülasyon kelimesinin Çincesini Jiang Zemin'den öğrendim"

Çinli liderlerin ilgi alanları çok farklı, tercüme sırasında onlardan çok şey öğrendim. Çin'in eski cumhurbaşkanlarından Jiang Zemin 1995 yılında bizim cumhurbaşkanımız rahmetli Süleyman Demirel'i ağırlıyordu. İkisi de ekonomiyi seven liderler, hep ekonomi konuşurlardı. Tabii o dönem Çin'de borsa daha yeni açılmış açılacak, şimdiki gibi profesyonel finans kavramları daha ortalarda yok. İhracat ithalat biliniyor tamam, diğer kavramları gazetelerde okuyamazsınız. Daha sofistike kavramlar henüz bilinmiyor. Jiang Zemin o görüşmede spekülasyon lafını kullandı, ben o ana kadar spekülasyon kelimesinin Çincesini duymamıştım. Aslında o esnada tahmin ettim ama emin olamadım. Jiang Zemin'in İngilizcesi de iyiydi, sonra bana İngilizcesini söyledi, ben öyle çevirdim. Spekülasyon kelimesinin Çincesini asla unutmam, çünkü bire bir Jiang Zemin'den öğrendiğim bir kelimedir.

Tercümenin nankörlüğü şu, o anda ağzınızdan çıkacak, onu söyleyeceksiniz. Daha sonra düzeltmek veya açmak mümkün ama o anda mutlaka bir şey söyleyeceksiniz. Yoksa konuşmanın havası kaçar, hava sertleşebilir.

Yakınında bulunduğunuz Türk liderler arasında, Çin'le çalışmaya en hevesli hangisiydi sizce?

Bence hemen hepsi çok istekliydi. Hepsi çok olumlu yaklaşıyordu, Çin'e çok önem verdiklerini, Çin'le çok daha gelişmiş ilişkiler kurmak istediklerini söylediler. Ticaret ve ekonomi hep gündemin en ön sıralarında oldu. Bazı görüşmelerde sadece ikili ekonomik ilişkiler görüşüldü. Çin'in ileride çok daha önemli işlevler göreceğini ve Türkiye-Çin ilişkilerinin çok önemli olduğunu buraya gelen bütün liderlerimiz söyledi. Bu artık devlet politikası gibi. Onun için birisi az söyledi, birisi çok söyledi demek haksızlık olur.

Ticari açık nasıl dengelenir?

İkili ilişkilerle devam edelim sohbetimize; özellikle finans ve ekonomi alanında Çin-Türkiye ilişkilerinde nasıl bir perspektif görüyorsunuz?

Ekonomik ilişkilerde, ta 1982'den beri artan bir trend var. Arada dönemsel düşüler var ama bunlar iki ülke ilişkileriyle irtibatlı düşüşler değil. Ben hatırlıyorum 1994'te iki ülke arasında ticari ilişkilerin boyutu 1 milyar dolar olarak hedeflenmişti ve nasıl olur filan demiştik, çünkü o zaman 300 milyon dolar seviyesindeydik. 1 milyar dolar hedefi konunca biz şaşırdık, bunu yapabilir miyiz dedik. Bugünse geldik 25-26 milyar dolara.

Türkiye'deki kalkınma hızı Çin'le ticaretimizi biraz etkiliyor. Tabii bu ithalat tarafında etkiliyor. Ben inanıyorum bu ilişkiler daha da gelişecektir. Buradaki problem arada Türkiye aleyhine çok büyük bir açık olması. Bu açığın kapatılması da bugünkü yapıyla böyle mal ticaretiyle filan pek mümkün değil. Türkiye-Çin ilişkilerini ticari alışverişten ziyade çok genel ekonomik ilişkiler çerçevesinde değerlendirmek ve dengelemek mümkün.

Bu nasıl olabilir? Çin'in artan yurtdışı yatırımlarına paralel olarak Türkiye'de daha çok yatırım yapması, Türkiye'de daha çok fabrika kurması, daha çok istihdam yaratması, daha çok para getirmesi lazım üretim sektöründe. Diğer taraftan finans sektöründe ilişkiler genişletilebilir, ki biliyorsunuz Türkiye'de şimdi iki Çin bankası faaliyete geçti. Finans sektörüne yatırım artabilir, bunu sadece banka olarak kastetmiyorum, mesele Türkiye'nin kağıtlarına, hazine bonolarına yapılacak yatırımla bunu artırmak mümkün olabilir.

Bunun bir diğer ayağı da turizm. Turizmde ulaşılabilecek büyük rakamlar, ekonomik ilişkilerin boyutunu artıracaktır ve içeriğini zenginleştirecektir. Bu da ekonomik ilişkileri daha sağlıklı hale getirir.

Çin'de ticaretin sırrı:

"Tekkeyi bekleyen çorbayı içer"

Biz de tabii her şeyi Çin tarafından beklememeliyiz, Türkiye'nin Avrupa kalitesindeki her ürününün mutlaka Çin'de pazarı vardır. Mühim olan o pazarı keşfetmek, sebat etmek ve o sabrı gösterebilecek finans gücüne sahip olmak. Açıkçası Türk firmalarının Çin pazarında bekleyecek takati yok. Bunu destekleyecek finansal güçleri yok. Onun için bizim birçok ürünümüz burada tanınmıyor, tanınan uzun süreli olmuyor veya boyutu fazla olmuyor.

Çin çok büyük bir pazar, bu pazarda sebat etmek lazım. Maliyetlere katlanmak lazım. Yani tekkeyi bekleyen çorbayı içer burada. Çok seçenek var Çin pazarında, bütün dünya burada. İlla Türk malı almasının bir anlamı yok. Bizim de zaten Çin'in mutlaka bizden alması gereken bir ürünümüz yok. Bor, krom akla geliyor, gerçi onların da rakipleri var. Ama hizmet, tüketim sektöründe Çin'in çok tercihi var. Bizim kendimizi burada anlatmamız lazım. Burada büyüklü küçüklü bütün ülkeler bunu yapıyor. Herkes kendi ülkesinin bir şeyini tanıtıyor. Adını söylemeyeyim bir ülke var, burada biz "gül suyunun vatanıyız" diyerek gül suyu satmaya çalışıyor. Uzun vadeli bir bakış açısıyla Çin pazarında yerleşebiliriz.

Ticaret açığı konusunda Türk tarafı haklı olarak şikayetçi ve Çin'den kolaylık bekleniyor, ama Türk tarafının da atması gereken adımlar yok mu?

Tabii, kolaylık diye birşey olamaz. Daha önce bazı siyasilerimiz Çin'de gümrükler çok yüksek biraz indirin gibi çağrılarda bulundu. Sana indirirse öbürüne de indirmek zorunda. Şöyle söyleyeyim, Türk ürünlerine uygulanan kötü bir ayrıcalık yok burada. Bir Fransız ürünü neyle karşılaşıyorsa, Türk ürünü de onunla karşılaşıyor. Onlar nasıl aşıyorsa, bizim de o şekilde aşmamız lazım.

Dış politikaya gelirsek, sizce Çin'in dış politikasında Türkiye'yle ilişkiler nasıl bir yer tutuyor?

Çinliler bizi Batı Asya-Kuzey Afrika ekseninde görüyorlar. Bu çerçevede biz Batı Asya'da önemli bir ülkeyiz. Kuzey Afrika bağlantılarında ve Ortadoğu'da önemli bir ülkeyiz. Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle, Ortadoğu'yla, Türki cumhuriyetlerle ilişkileri Çinliler için çok önemli. O nedenle Çin'in Türkiye'yle ilişkilerinin iyi olması, Çin'in bu pazarlarla ilişkilerinin de iyi olmasına kesinlikle katkıda bulunacaktır. Biz Çin'e en yakın Avrupa ülkesiyiz. Bunun avantajlarını Çinlilere hissettirmemiz lazım.

Türkiye için Çin'le en iyi ilişkilere sahip NATO ülkesi de denebilir. Birçok uluslararası platformda beraber hareket ediyoruz, mesela G20'de beraberiz. CICA (Asya'da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı) gibi platformlarda Çinlilerle beraber hareket ediyoruz. Bu alanlarda işbirliğinin gelişmesi ikili ilişkilere güç katar. Çin de zaten kendi dış politikasında bizi böyle bir yere koyuyor.

Ticaret açığının kapanmasında turizm önemli bir ayak dediniz, Türkiye gelecek sene Çin'de turizm yılı düzenleyecek. Resmi ağızlarca açıklanan 1 milyon Çinli turist çekme gibi bir hedef var, sizce Türkiye yaklaşabilir mi bu hedefe?

Turizm, potansiyeli çok yüksek bir alan. Ama bence beklentileri biraz daha gerçekçi düzeyde tutmakta fayda var. Çin, 2000'li yılların başında Türkiye'yi "turizme açık ülkeler" listesine aldığı zaman, ki eskiden böyle bir uygulama vardı, anlaşma yapılan ülkelere turizm acentelerinin turist göndermesine izin veriliyordu, şimdi böyle bir uygulama yok. Şimdi sanırım bir negatif liste var gidilemeyecek ülkeler diye, onun dışında her ülkeye gidilebiliyor. Biz turizme açık ülkeler listesine girdiğimiz zaman, yanlış hatırlamıyorsam 10 veya 15 ülkeden biriydik. Ama bugüne kadar geçen sürede belirgin bir artış kaydedemedik.

Bizim burada çok daha fazla tanıtım yapmamız lazım ve tabiri caizse Türkiye'deki ev ödevimizi iyi yapmamız lazım. Mesela biliyoruz Çinliler gittikleri bir ülkede birinci gün olmasa bile ikinci gün Çin yemeği yemek istiyorlar veya kahvaltıda Çin yemeği görmek istiyorlar. Her yönüyle dünyayı öğrenmek istiyorlar ama kendi alışkanlıklarına da çok sadıklar. Onlara bir Çin yemeği sunabilmeliyiz. Gezdikleri yerlerde Çince bilen rehber olması lazım. İyi Çince konuşan rehberlerimizin olmadığını veya daha çok olması gerektiğini düşünüyorum. Deniz, kum, güneş onları fazla cezbetmiyor, daha çok kültür turizmi yapıyorlar. Tarihi yerleri görmek istiyorlar ve alışveriş yapmak istiyorlar. Alışveriş konusunda KDV iadesi gibi somut adımlar atılabilir. Amerikalı yurt dışına seyahate gittiği zaman 200 dolar harcıyor, Çinliler yaklaşık 2000 bin dolar harcıyorlar. Bizim de onlara bu parayı harcayacak mekan ve imkanları sunmamız lazım.

İlk başlarda Çinli turist için Türkiye, başka ülkelerle bir arada gidilen bir etap şeklindeydi. Ama son zamanlarda doğrudan Türkiye'ye gidenlerin arttığını, hatta kişisel turistik seyahatler için Türkiye'nin seçildiğini görüyoruz. 2-3 kişi bir araya geliyorlar veya aile olarak, bilerek gidiyorlar, şurayı göreceğim diye gidiyorlar.

Ayrıca uçak seferlerinin artması şart, şu anki durumda 1 milyon kişinin taşınması söz konusu değil. THY'nin bu konuda çabası olduğunu biliyorum.