Çocukluğumdan beri her türlü oyunu ve oyun oynamayı severim... Hangi çocuk sevmez ki diyebilirsiniz tabii ama, bu oyun keyfi ve coşkusu, her daim arayışta olup bulduğum yeni oyun arkadaşlarıyla, gerek var olan oyun ve oyuncaklar üzerinden, gerekse hayatın her alanında ve anında yeni oyunlar uydurup, yeni oyuncaklar yaratmak suretiyle, "büyüdüğüm" şu yaşlarda da katlanarak devam ediyor...
Çin de, oyun ve oyuncak kültürü bakımından son derece köklü bir tarih ve geniş bir kültüre sahip... Bu alanda hemen ilk gözümüze çarpanlar arasında, bizim Karagöz ve Hacivat'ın gölge tiyatrosunu ve kuklaları, her köşe başında insanların yere gazete serip üzerinde oynadığı Çin satrancı veya Go oyununu, tam da Çinliler'in sabrına, bir şeyi kafaya takıp onu başarana kadar sebat etmelerine yakışan tahta yap-boz veya üç boyutlu zekâ bulmacalarını sayabiliriz...
Her yaştaki çocuğun beni akranı sanmasına yol açan bu oyun oynama ve oyuncak coşkusunu, son yıllarda kuşkusuz en çok 12 yaşındaki kardeşim Can ile paylaşıyorum. Bu konuda unutamadığım anılarımdan bir tanesi, geçtiğimiz senelerde İstanbul'da çok kar yağdığı günlere ait... Okulların tatil olduğu, her tarafın karla kaplandığı, eski bir dere yatağında olduğu için, dört bir yanı yokuş olan evimize doğru inen tüm yolların karlar tarafından arabalara kapandığı günler... Güneşin açmasıyla aklımda parlayan fikri, kardeşim Can ve onun can dostu Işık'la paylaştıktan 15 dakika sonra, sımsıkı giyinmiş, Can'ın bebeklikten kalma plastik küvetini kolumuzun altına almış, yokuşlardan gözümüze kestirdiğimize doğru tırmanıyorduk. İki hatta üç kişi alabilen bu küvetten kızağın içine oturmuş, yokuş aşağı kayarken keyfimize diyecek yoktu! Biz, hafifçe kıvrılan yokuşta küvetin "dümeni"ni adeta kırarak manevralar yaparken, ilk başta gevşek olan kar gittikçe sıkılaşıyor, yokuşumuz "profesyonel" bir piste dönüşüyordu. Yavaş yavaş, mahallenin diğer çocukları da, gerek küvet, gerek tepsi, gerek leğen gibi evden derledikleri yaratıcı kızaklarla bize katıldı. Kalabalıklaşmayla beraber, oyun bir sisteme bağlanmış, tüm çocuklar "herkes sırayla kayacak, pistin dışına çıkarak yolu bozmayacak, küveti tekrar yukarı çıkartacak" gibi benim koyduğum kurallara harfiyen uyuyordu. İşte bu küçük buluşla, mahalle çocuklarının hayranlığını kazanmış, kardeşim Can ve can dostu Işık'ın da gurur kaynağı olmuştum...
Keşfettiğimiz tüm oyunları ve oyuncakları paylaştığımız kardeşim Can, beş aylık hasret sonunda, Ağustos ayında Beijing'e geldi. Yaptığımız gezme, görme, yaşama, öğrenme, eğlenme programının son zirvesi, Beijing'de yeni açılan Eğlence Vadisi oldu. Daha tanıtımlarını görür görmez aklıma düşmesiyle hemen Can'a bildirdiğim, Can gelene kadar da gitmek için en az onun kadar sabırsızlandığım bu lunaparkı dünyadaki benzerlerinden ayıran en ilgi çekici yanı, oyunların çeşitli dünya medeniyetlerinin kültürlerine göre düzenlenmiş olmasıydı. Beijing'in doğu tarafında, 100 hektarlık bir alan üzerinde kurulmuş olan Eğlence Vadisi'nde, 120'yi aşkın eğlence aracı ve tematik manzara ve yapı bulunuyor. Yabani Fiyortlar, Atlantis, Ege Limanı, Kayıp Maya, Şangri-La ve Karınca Krallığı'ndan oluşan altı medeniyet, büyük bir göl etrafında altı küçük adacık biçiminde, coğrafi ve mimari özelliklerine göre oyun, eğlence ve bilginin bir arada sunulduğu, çevre düzenlemesi ve yiyecek-içecek gibi ihtiyaçlar da ihmal edilmeden, son derece planlı bir şekilde kurulmuş.
Bildiğimiz, tanıdığımız bir liman olduğu için, örneğin, Ege Limanı'na yanaşalım... Limanda sizi, Truva Atı karşılıyor. Burada Truva Atı'nın bağrından düşman askerleri değil, dev bir salıncak çıkıyor! Truva Atı'nın bağrına oturup, emniyet kemerlerinizi bağladıktan sonra, kâh baş aşağı dönerek, kâh yan yatarak, bir aşağı bir yukarı, yüreğiniz hop oturup hop kalkarak sallanıyorsunuz... Dünya, Truva Atı'nın bağrında, bir ters bir düz dönüyor!
Limana doğru ilerlediğinizde, beyaz kutu evleri, su kanalları, berberi, bakkalıyla; Olimpiya'sı, Helen'i, Andromeda Köprüsü, Minotor Sarayı, Olimpiyat Meşalesi, Atena'sı ve Miken'iyle bir Ege köyü karşınızda yükseliyor. Hoparlörlerden gelen müzik ise, sirtaki ve rembetikolar...
Hiç de sıkıcı olmayan, resimlendirilmiş bilgi tabelalarıyla, çeşitli heykel ve düzenlemelerle, Ege'nin tüm bu mitolojik kahramanları, olayları, tarihi ve kültürüne ısınıyor, Ege'ye kısa yoldan yolculuğa çıkıyorsunuz...
Tek şikayetimiz, Ege Limanı'nın esas olarak bir tarafına ağırlık verilmesi! Oysa Truva Atı, bugün Çanakkale'de! Oysa Ege'de efeler de var!
Bir başka şikayetimiz de sıcak! Haydi o zaman, bir su medeniyeti olan Ege'de, Eğlence Vadisi'nin en keyifli su oyununun kuyruğuna girelim! Odisey adı verilen bu kayık yolculuğunda, yine mitolojik kahramanların saklandığı mağaralardan geçerek, Medusa'nın yılanlarından kaçalım derken, Ege köyünün tepesinden aşağı doğru son sürat iniyoruz! En az bizim kadar, Andromeda Köprüsü'nden bizi izleyen seyirciler de ıslanıyor...
İşte Ege Medeniyeti'yle başlayan Eğlence Vadisi yolculuğumuz, diğer beş medeniyette, gerek yeryüzünde yangın söndürme aracında, gerek yeraltında korku tünelinde, gerek gökyüzünde tepetaklak; gerek heyecan, gerek neşe içinde, gerek çığlık atarak, gerek sesimizi bile çıkartamayarak; gerek Atlantis'in uçan treni Kristal Kanat'ta, gerek Kayıp Maya'nın Güneş Arabası'nda, gerek Şangri-La'nın Zümrüdü Anka'sında devam ediyor...
Tabii ki yorulmadık diyoruz, böyle keyifli eğlenceye doyamamaktan... Hava kararmaya başlayıp parkı bekçilerle beraber kapatırken, Yabani Fiyortlar'dan yükselen seslere doğru ilerliyoruz... Eğlence Vadisi'nde eğlence hava karardıktan sonra, dans, müzik ve akrobasi gösterileriyle devam ediyor...
|