Hakkımızda | CRI  Hakkında | Eski Versiyonumuz
 
Türkler'den Çin'e Bakış | Ekonomi, Bilim ve Sağlık | Xinjiang | Çin Ansiklopedisi
Ana sayfa | Haber & Gündem | Kültür & Sanat | Yaşam Panoraması | Spor | Çin'i Gezelim | Çince Öğreniyoruz | Sanal Türk-Çin Dostluk Kulübü | Ankara Radyosu

Erdoğan'ın zor misyonu

(GMT+08:00) 2009-01-05 15:13:25 cri

3 Ocak 2009

Sami Kohen

    BAŞBAKAN Recep Tayip Erdoğan'ın Gazze krizinde elini çabuk tutarak 4 Arap ülkesini kapsayan Ortadoğu turuna çıkması, zamanlı ve isabetli oldu.

    Şimdi "başkaları" da benzer girişimlerde bulunuyor. AB'nin yeni dönem başkanı Çek Dışişleri Bakanı'nın başkanlığındaki bir AB heyeti yarın bölgeye geliyor. Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy önümüzdeki salı günü Mısır, İsrail ve Suriye'yi ziyaret edecek. Bu arada ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice da pazartesi günü Ankara'da ve bölgede olacak...

    Bütün bu inisiyatiflerin ilk ve esas amacı, Gazze'de bir an önce ateşin kesilmesini ve buradaki halkın yaşadığı büyük trajedinin son bulmasını sağlamaktır.

    Şimdiye kadar ne yazık ki yapılan bütün çağrılar lafta kaldı. AB'nin en azından insani yardımların ulaştırılmasına yönelik, 48 saatlik bir ateşkes için yaptığı öneri dahi kabul görmedi.

    Bu durumda, Erdoğan'ın çabalarının başarı şansı nedir?

    Üç dört günlük bir Ortadoğu turuyla, belirlenen amaca hemen ulaşılamayacağı açık. Başbakan'ın açıkladığı iki kademeli planın gerçekleşmesi için zamana ihtiyaç vardır. Türk diplomasisi, bu ziyaretten sonra bölge içinde ve dışında yeni inisiyatifler alacak, yeni adımlar atacaktır. Diğer bir deyişle, Erdoğan'ın gezisi yeni bir diplomatik sürecin başlangıcını oluşturuyor.

    İvedi ateşkes

    BAŞBAKAN'IN iki kademeli planında belirttiği iki unsur, -yani ateşkesin sağlanması ve Arapların kendi aralarında anlaşıp birleşmesi- birbirleriyle çok yakından ilintilidir.

    Aslında şu anda ivedi olan, saldırıların son bulması, silahların susmasıdır. Başta bu, AB'nin de önerdiği gibi, 48 saatlik veya geçici bir ateşkes şeklinde olabilir. Ama asıl amaç, uzun süreli veya kalıcı bir ateşkesin sağlanması olmalı. Başbakan'ın da değindiği haziran mutabakatıyla sağlanan 6 aylık ateşkese, aynı koşullarla dönmek açıkçası pek olası görünmüyor. Zaten bu mutabakat yürüyebilseydi, Mısır'ın da harcadığı çabalardan sonra, ateşkes durumu devam ederdi... Edemediğine göre, şimdi ateşkesi yeni esaslara bağlamak gerekecek.

    Eğer şartsız olarak kısa süreli ateşkesle etraf biraz yatışır ve Gazze halkının yaşamsal ihtiyaçları karşılanırsa, daha uzun süreli ateşkesin, -Türkiye ve başkalarının aktif girişimleriyle- yeni esasları belirlenebilir. Bu yeni ateşkesin yürümesi ve daha uzun süre yürürlülükte kalabilmesi için, mutlaka etkin bir denetim mekanizmasının kurulması, örneğin, Arap Birliği, AB veya BM gözlemcilerinin görevlendirilmesi muhakkak gerekecektir.

    Böyle bir ateşkesin her türlü şiddet ve saldırıyı önlemesi kadar, Gazze'ye karşı ablukanın kaldırılmasını öngörmesi de zorunludur.

    İlk bakışta mantıklı görünen böyle bir anlayışın sağlanması, olayın ayrıntılarına inildiğinde, ne kadar zor olduğu da ortaya çıkıyor. Çünkü tarafların mantığı, hâlâ, açıkçası, birbirini yok etme emeline dayanıyor...

    Bir turla bitmez

    BAŞBAKAN'IN ikinci kademe öngördüğü hedef, Araplar arası ve Filistinliler arası bir konsensüsün sağlanmasıdır.

    Gene, ilk bakışta İsrail'in saldırısına karşı ortak, yaygın duygular var. Yani öfkede birleşiyorlar, ama aksiyonda ayrılıyorlar... Anlaşmazlıkların ayrıntılarına inince, El Fetih ile Hamas'ın neden uzlaşamadığı, Arap dünyasında da Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan ile Suriye, Hamas ve Hizbullah'ın neden cepheleştiği açıkça ortaya çıkıyor.

    Gazze'de olup bitenlere rağmen, bu cepheleşme devam ediyor, karşılıklı suçlamalar kesilmiyor.

    Bu şartlarda bir konsensüs sağlamak mümkün mü? Kısa vadede -özellikle Gazze krizi nedeniyle- belki bazı "asgari müşterekler"de birleşme gerçekleşebilir.

    Ama yukarıda belirttiğimiz gibi, Erdoğan'ın şimdiki Ortadoğu turundan hemen somut sonuçlar beklememek lazım, Gazze'de ateşkes ve daha önemlisi bölgede barışa yönelik yeni bir anlayış, ancak daha geniş kapsamlı uluslararası çabalarla mümkün olabilir...

    2009 zor geçecek!

    Deniz Gökçe- Akşam – 3 Ocak 2009

    Ekonomide geleceğe dönük tahminler her zaman o anda elde olan bilgiye endekslidir. Eylül-ekim dönemindeki ABD finans çöküşünden sonra tüm dünyada tüm reel sektör verileri kötüleştiğinden tahminler de giderek kötüye dönmek zorunda kaldı ve bütün dünyada 2008 yılı ortalama beklentiden kötü geçti.

    2008 sonu-2009 başı döneminde ABD, Avrupa ve Japonya uzun süredir ilk kez aynı anda resesyon yaşıyor olacak. Bu durgunluğa karşı ardı ardına kamu bütçesinden kurtarma paketleri açıklanıyor, Merkez Bankaları da başta FED olmak üzere para politikasını gevşeterek ekonomik durgunluğun önüne geçmeye çalışıyor. Açıklanan kurtarma paketlerine ve Merkez Bankaları'nın aktif politikalarına rağmen durgunluğun sona ermesi ve ekonomik toparlanmanın başlaması zaman alacak. Beklentiler Amerikan ekonomisinin 2008'in son çeyreğinde yüzde 5 civarında rekor bir küçülme yaşadığı yönünde. 2009'un ilk iki çeyreğinde de büyüme oranlarının daha küçük ama negatif gerçekleşmesi bekleniyor.

    Şu anda aralık gerçekleşmelerine göre revize edilen beklentilere göre ABD'de ekonomik toparlanmanın başlaması gecikecek, 2009 yılının ikinci yarısına doğru gerçekleşecek. ABD ekonomisinin yılın ilk yarısında küçülmeye devam etmesi, ikinci yarısında ise büyümeye başlaması, ama yıl genelinde yüzde 1 oranında küçülmesi bekleniyor. Ekonominin tam anlamıyla normalleşmesi ise ancak 2010'da yüzde 2.5 oranındaki büyüme oranı ile gerçekleşecek. Durgunluğu ABD'ye göre daha yoğun yaşayan Avrupa'nın Almanya ve Fransa gibi büyük ekonomilerinde ise ekonomik gidişatın ABD paralelinde gerçekleşmesi bekleniyor. Avrupa Komisyonu'nun resmi beklentilerine göre, AB ekonomileri toplamda 2009'da yüzde 0.2, 2010'da da yüzde 1.1 oranında büyüyecek.

    Türkiye ise, içerideki politik gerilimi hariç tutarsak, dünyadaki finansal krize oldukça hazırlıklı yakalandı. 2001 krizi sonrasında bankacılık sektöründe gerçekleştirilen reformlar ve bütçe disiplininin sürdürülmesi dünyadaki finansal krizin Türkiye'ye sıçramasını önledi. Hem özel hem de kamu bankalarının yapısı 2001 krizinden sonra son derece sağlamlaştırılmıştı. Türkiye'de ipotek piyasasının gelişmemiş olması da bu noktada bir avantaj oldu.

Diğer yandan bütçe disiplininin 2002'den bu yana sürdürülmesi, kamu borcunun seviyesinin de düşmesini sapladı. Şu anda Türkiye çoğu Avrupa ülkesine göre daha sağlam kamu maliyesine ve borç dinamiklerine sahip. Ancak Türkiye'nin ana ihracat pazarı durumundaki Avrupa'da durgunluğun devam etmesi en başta sanayi sektörünü olumsuz etkiliyor. Benzer olumsuz etkiler taşımacılık ve turizm gibi hizmet sektörlerinde de görülebilir. Dış talepteki azalma, iç talepte artışla dengelenemediği için Türkiye'de de birkaç çeyrek negatif büyüme oranı görülebilir. Bunun ilk işaretleri 2008'in son çeyreğinde gelmeye başladı. Diğer yandan, yerel seçimlerin mart ayı sonunda yapılması ile birlikte 2007'deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana süren politik gerilimin azaldığı bir döneme girebiliriz. Politik gerilimin azalmasının ekonomiye yansıması olumlu olacaktır. Bu noktada IMF ile yapılacak anlaşma, yabancı yatırımcıların beklentilerini etkilemesi açısından önem taşıyor. Aynı zamanda yerel seçimlerin ardından AB reformlarının yeniden gündeme gelmesi, ekonomide yapılması gereken bazı reformların ele alınması gibi adımlar atılırsa güven ortamı daha çabuk kurulacaktır.

    Son dönemde petrol, emtia ve gıda fiyatlarının düşmüş olması da enerji maliyeti açısından Türkiye için olumlu . Enerji ithalatının azalması cari açığı dolayısıyla da dışarıdan finansman ihtiyacını azaltacaktır. Bankalarımız sorun beklenen dış sendikasyonların yenilenmesinde oldukça başarılı oldular. Özel sektörün borçluluk oranı kafalarda soru işareti oluştursa da, finansman ihtiyacının, IMF ile anlaşmanın sonrasında önemli bir sıkıntıya neden olmayacağını düşünüyoruz. IMF ile yapılacak anlaşmanın AB reformları ile desteklenmesi de doğrudan yatırım girişlerini artıracağı için çok önemli.

    Düşen petrol fiyatları ve zayıflayan iç talep ortamında enflasyonun da 2009'un ilk yarısında yüzde 6-8 aralığına düşmesi sürpriz olmayacaktır. Merkez Bankası'nın faiz indirimlerine bir müddet daha devam etmesini bekliyoruz.

    Sonuç olarak, 2009 yılının Türkiye açısından geçmiş yıllara göre oldukça zor geçeceğini, ancak dünyadaki genel görüme göre, ekonomik daralmanın Türkiye'de daha yumuşak gerçekleşeceğini düşünüyoruz. 2009'un ilk yarısında ekonomide negatif büyüme oranları sürpriz olmayacak. Ancak, yukarıda belirttiğimiz IMF ile anlaşmanın yapılması, politik gerilimin düşürülmesi, ekonomik reformlara ağırlık verilmesi, kamu maliyesinde de bütçe açığının GSYH'nın yüzde 3'ü seviyesinin altında kalması durumunda, yılın üçüncü çeyreğinden itibaren ekonominin toparlanacağını tahmin ediyoruz. GSYH'nın ilk iki çeyrekte negatif büyüme oranına rağmen, yıl genelinde yüzde 1 civarında büyümesini, enflasyonun da dünyadaki fiyat düşüşlerine paralel olarak yıl sonunda yüzde 7 civarına düşmesini bekliyoruz.

  İlgili Haberler
  Yorumunuzu Gönderin
Yayın Çizelgesi
Günlük Konuşma
• Ders 45 Kayıt yaptırmak
• Ders 44 Kaybedilen önemli belgeler için bildirimde bulunmak
• Ders 43 Kredi kartı kullanmak
• Ders 42 Havale yapmak
• Ders 41 Ödemek
Diğer>>
Tavsiye Edilen Programlar
• Çin döviz rezervleri ve Amerika
• Amerika'yı "kazanmak" stratejisi
• "Avrupa futbol takımları 18 yaşı altındaki yabancı futbolcuları almamalı"
• Çin Seddi'nde Beşiktaş kutlaması
• "Çıplak ayaklı doktorlar"dan köy hastanelerine
• Makam sanatının "ilkbaharı" için
• Dışlanan rejimlerle ilişkiler...
• An Lee, Booker ödüllüromanını peyaz perdeye aktaracak
• Almanya Badminton Açık Turnuvası'nda en büyük galibiyet Çin takımının
• "Çirkin ördek yavrusundan güzel kuğu"ya dönüşen halterci Chen Xiexia
Diğer>>
china radio international china radio international

© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040