Hakkımızda | CRI  Hakkında | Eski Versiyonumuz
 
Türkler'den Çin'e Bakış | Ekonomi, Bilim ve Sağlık | Xinjiang | Çin Ansiklopedisi
Ana sayfa | Haber & Gündem | Kültür & Sanat | Yaşam Panoraması | Spor | Çin'i Gezelim | Çince Öğreniyoruz | Sanal Türk-Çin Dostluk Kulübü | Ankara Radyosu

Bir Türk ve Türk yemekleri

(GMT+08:00) 2008-03-05 22:49:30 cri

    Bu programı hazırladığım sırada, Edip'le birlikte oturuyordum. O ders çalışmak istedi, benim de bu programı hazırlamam gerekiyordu, o yüzden birlikte çıktık evden. Wudaokou bölgesinde, birçok kişinin internete girmek veya ders çalışmak için geldiği bir kafeye geldik. Sanırım daha önceki programlarda Edip'ten bahsetmedim. Edip'le, Pekin'e geldiğimden yaklaşık 1 hafta sonra tanıştım. Henüz okullar açılmamış, ben de Çince öğrenmeye başlamamıştım. Sadece yurdumun ve kampüsümün etrafındaki alışveriş merkezlerini, yemek yiyebileceğim yerleri, gezilebilecek yerleri öğrenmiştim. İnsanlarla iletişim kurabilmeye başlamak için artık derslerin başlamasını bekliyordum. Gelecek daha başka Türkler olduğunu biliyordum, fakat kaç kişinin geleceğini, geleceklerin kız mı erkek mi olacağını, kaç yaşında olacağını, gelenlerin ne kadar süre kalmak için geleceğini bilmiyordum.

    2006 yılı Ağustos'unun en son günü veya Eylül'ünün ilk günü olsa gerek... Bahadır ile dışarıdaki gezintimizi, ani bastıran yağmur nedeniyle zoraki olarak erken noktalamış ve yurda dönmüştük. Döndüğümüzde, bizim yurdun tentesinin altına sığınmış sohbet eden, 45-50 yaşları civarında bir adam ve yaşı en fazla 20 olabilecek bir çocuk gördük. Türk'e benziyorlardı. Adam sigara içiyordu, çocuk ise sıkıntılı görünüyordu. Yanlarına yaklaşınca konuşmalarının Türkçe olduğunu duyduk ve yanlarına giderek "Hoş geldiniz" dedik. Adam sıcak bir tavırla "Merhaba gençler" dedi. Çocuk ise soğuk duruyordu. "Merhaba" dedi mi, yoksa sadece başı ile selam vererek mi karşıladı, net olarak hatırlamıyorum. Yanlarına gittik ve sohbet etmeye başladık. İsimlerinin, Cüneyt Bey ve Edip olduğunu öğrendik. Cüneyt Bey daha önce Çin'e gelmiş, oğlunu Çin'de üniversiteye gönderme fikri ta o zamanlar oluşmuştu. Edip liseyi bitirip gelmişti. 18 yaşındaydı. Daha önce uzun süre ailesinden ayrı yaşamamıştı. Ayrıca İngilizcesi de pek iyi değildi. İngilizcesi iyi olmadığı için bunun bir dezavantaj olduğunu düşünüyordu. Geleli daha 1 gün olduğu için, Çince bilmedikten sonra, çok iyi İngilizce bilmenin de Çin'deki günlük hayatta bir işe yaramadığını henüz bilmiyordu. Bu duyguların etkisiyle Edip oldukça gergindi. Niyeti Çin'de üniversite okumaktı, ama o an bunu istediğinden ve yapabileceğinden çok emin değildi. Bir süre ayaküstü sohbet ettik. Cüneyt Bey sanırım bizi sevdi. Yaşı bizden epey büyük olmasına karşın çok açık görüşlü, genç ruhlu bir adamdı. Gençlerin dilinden iyi anlıyordu. İyi anlaştık.

    Cüneyt Bey Çin'de yaklaşık 4-5 gün kaldı. O süre içinde Edip'i bırakabileceğinden, sağ olsun, kendi deyimiyle "bize emanet edebileceğinden" emin oldu ve Türkiye'ye döndü. Edip'i de yavaş yavaş tanıdım. Tanıdıkça sevdim, yakınlaştım. O da hem bana, hem de Çin'e, Çin'deki yaşama yavaş yavaş alıştı ve ısındı. Daha 18 yaşında olmasına rağmen birçok konuda yaşına göre olgundu. Çok fazla çocukça hareketi yoktu. İlk defa yalnız yaşamasına ve ailesinin maddî durumunun iyi olmasına rağmen çok para harcamayı sevmiyordu. Temizdi, düzenliydi. İkimiz de iki kişilik odada tek kişi kalıyorduk ve onun odası her zaman benim odamdan daha düzgündü. Okullar başladıktan sonra sınıf arkadaşı olduk. Edip, Bahadır ve ben derslere birlikte gidiyor, öğle yemeğini birlikte yiyor, bazen gezmeye de birlikte gidiyorduk. Ben bisiklet aldıktan sonra Edip ve Bahadır da aldılar. Bisiklet gezmelerine de bazen birlikte çıkıyorduk. Çin'deki yaşama birlikte alışmış ve sevmiştik.

    Günler günleri kovaladı, Çinceyi ve Çin'i öğrenmeye başladık. Zaman hızlı ve dur durak bilmeden geçti. Dördüncü ayın sonunda Edip'le sınıflarımız değişti, fakat muhabbetimiz hiç kesilmedi. Kimi zaman birlikte bara gidiyorduk, kimi zaman gecenin 2'sinde acıkıp, yurdun kocaman demir kapısı kilitli olduğu için duvardan atlayarak, köprü altındaki ünlü şişçimize gidiyorduk. Derken bir seneyi tamamladık. Yurtta kaldığım süre içinde aslında oda arkadaşı olmayı düşünmüştük, fakat ikimizin de eşyası çok olduğu için, bir odaya ikimiz birden rahatça yerleşemezdik. O yüzden kendi odalarımızda kalmıştık. Fakat ilerde birlikte eve çıkma fikri hep kafamızda vardı. Bir senenin sonunda ben yurttan ayrıldım ve eve çıktım, fakat Edip eve çıkmak için bir sonraki dönemin başlamasını beklemeyi tercih etti. O yüzden birlikte çıkamadık. Bahadır da Türkiye'ye döndü. Üçlü ekip dağılmıştı, fakat Edip'le olan arkadaşlığımız hiç kesilmeden sürdü. Bazen geç saatlere kadar onun odasında kalıyordum, sohbet ediyorduk, birlikte olduğumuz sürenin belki %20'si kahkaha atarak geçiyordu. Gerçekten iyi anlaşıyorduk.

    Derken benim ev arkadaşım evden ayrıldı. Bu haberi hemen Edip'e söyledim ve benim ev arkadaşım olmasını önerdim. O da zaten yurt hayatından sıkılmıştı, eve çıkmak istiyordu, fakat kafasına uygun bir ev ve ev arkadaşı bulamadığı için halen yurttaydı. Benimle iyi anlaşabileceğinden emindi. Ben de emindim. Benim teklifimi kabul etti ve Ocak ortasında Edip'le ev arkadaşı olduk. Gecenin 3'üne kadar barda kalsak bile, sabah 7.30'da kalkıp derse gidecek kadar disiplinli, yaptığı saçma esprilerle sinirli zamanımda bile beni güldürecek kadar eğlenceli, en özelimi bile anlatabileceğim kadar güvenilir bu genç arkadaşıma hayat boyu başarılar diliyorum.

    Evet Edip ile tanışmamızdan günümüze kadarki genel yaşamımız bu şekilde. Şimdi de yine Edip ile bağlantılı, fakat birçok Türk'ün yaşadığı, benim için çok önemli bir anı anlatacağım.

    Kasım ayının başında ben cüzdanımı çaldırdım. İçindeki yuanlerle, dolarlarla, kontör kartlarıyla, yemek kartlarıyla, ulaşım kartlarıyla, yurt dışı arama kartlarıyla, toplam 700 dolara yakın bir kaybım oldu. Bu kayıptan dolayı da yarıyıl tatilinde Türkiye'ye gitmekten vazgeçtim. Tabi insan 5 aydır ülkesine dönmeyi planlayıp, sonra aniden bu plandan vazgeçince, ister istemez bir hayal kırıklığına uğruyor. Aslında ben Türkiye'deyken de tek başıma yaşıyordum. O yüzden ailemle olmamak ya da onları bir 6 ay daha göremeyecek olmak, onların sağlıklı ve mutlu olduklarını bildikten sonra çok büyük problem değildi. Ama en büyük problemlerden biri yemekti. Evet Çin yemeklerini seviyordum, alışmıştım, hatta birkaç gün fast-food yediğim zaman özlüyordum da, ama yine de Türk yemeklerinin yeri başkaydı. Bir peynirli poğaça, zeytin, sucuk, baklava, gözümde tütüyordu. Gidemeyecek olunca bana en çok bu dert oldu. Neyse, Edip tatilde gitti ve ona gelirken getirmesi için belki 5 kg'lık sipariş verdim, o da sağ olsun 5'i 15 yapıp istediğimin de fazlasını getirdi. Çok obur bir insan değilim, yemeğe çok önem veren, şık yemekler seven bir insan da değilim, fakat Edip'in getirdiklerini görünce hissettiğim duyguları ancak aynı durumda olan kişiler anlayabilir. Edip'in Türkiye'den Pekin'e, eve geri gelişinin ertesi günü, getirdiği bütün malzemelerle, tereyağlı, beyaz peynirli, salamlı, lop yumurtalı, siyah ve yeşil zeytinli, içinde halis zeytinyağı olan domates, salatalık ve biber salatalı muhteşem bir kahvaltı yapıp yanında da portakal suyu içerken hissettiğim ve patlayacak gibi yedikten sonra üzerine 7-8 dilim baklava ile pekiştirdiğim mutluluk sanırım 2-3 gün sürdü. Hatta ailemi arayıp sırf bu olaydan dolayı hissettiğim mutluluğu paylaşma isteği duymuştum. Ben ki Türkiye'de bir büyük kalıp peyniri iki öğünde yiyen, haftayı verimli geçirdiği zaman hafta sonunda kendisini yarım kangal sucukla ödüllendiren bir canavardım, böyle birinin 5 ay hiç peynir ve sucuk yememesi, sonras ise bunlara tekrar kavuşması, gerçekten kayda değer bir durum! Tabi benim açımdan... Babamın ıspanaklı böreğini, annemin kıymalı dolmasını, Bayri pastanesinin kaşarlı poğaçasını yeme şansım olmamış da olsa, bu yediklerim beni uzun süre idare eder. Sanırım Çin'de yaşayan birçok Türk, Türkiye'ye döndüğü zaman bu duyguları hissediyor, ben de sizlerle paylaşmak istedim. Hatta bundan daha yoğununu hissedenler de vardır, çünkü dediğim gibi, ben Çin yemeklerini seviyorum ve acıktığımda, herhangi bir Çin restoranına girdiğim zaman bile, doyacak çok şey bulabiliyorum. Ama Çin yemeklerini çok sevmeyenler, farklı damak tadına alışamayanlar, fast-food tarzı yemeklerle, şişlerle idare etmeye çalışanlar, bu yemeklere tekrar kavuştuklarında, biliyorum ki, benden bile daha büyük bir mutluluk duyuyorlar, tokken bile biraz daha yemek istiyorlar. Edip'e bana bu mutluluğu yaşattığı için tekrar teşekkür ediyorum. Cüneyt Bey'e de, Cüneyt Bey deyince kızıyor, Cüneyt Abi'ye de Çin'den selam ve saygılar..

  İlgili Haberler
  Yorumunuzu Gönderin
Yayın Çizelgesi
Günlük Konuşma
• Ders 45 Kayıt yaptırmak
• Ders 44 Kaybedilen önemli belgeler için bildirimde bulunmak
• Ders 43 Kredi kartı kullanmak
• Ders 42 Havale yapmak
• Ders 41 Ödemek
Diğer>>
Tavsiye Edilen Programlar
• Çin döviz rezervleri ve Amerika
• Amerika'yı "kazanmak" stratejisi
• "Avrupa futbol takımları 18 yaşı altındaki yabancı futbolcuları almamalı"
• Çin Seddi'nde Beşiktaş kutlaması
• "Çıplak ayaklı doktorlar"dan köy hastanelerine
• Makam sanatının "ilkbaharı" için
• Dışlanan rejimlerle ilişkiler...
• An Lee, Booker ödüllüromanını peyaz perdeye aktaracak
• Almanya Badminton Açık Turnuvası'nda en büyük galibiyet Çin takımının
• "Çirkin ördek yavrusundan güzel kuğu"ya dönüşen halterci Chen Xiexia
Diğer>>
china radio international china radio international

© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040