İpek yolları: Alternatif bir dünya tarihi okuması

  2018-07-27 14:55:51  cri

"Okulda derslerimin ısrarla dar bir coğrafya ile sınırlı kalması beni rahatsız etmeye başlamıştı" diyor Peter Frankopan, İpek Yolu kitabının önsözünde; bu farkındalığın ardından, haritaya bakıp dünyada sessizce es geçilen devasa bölgeler olduğunu görmeye başlar yazar.

Frankopan, haritaya baktığında, medeniyetin kabul edilmiş ve atıl tarihini görmeye alıştırılmıştı, bu bakış açısına göre, Antik Yunan'dan Roma'ya, Roma'dan Hristiyan Avrupa'ya, oradan Rönesans'a, Aydınlanma'ya ve siyasal demokrasiye uzanan, sanayi devrimini doğuran bir süreç vardı. Hatta demokrasinin sanayiyle harmanlandığı bu süreç, özgürlük ve mutluluk arayışında somutlaşarak nihayetinde ABD rüyasını insanlığa bahşetmişti… "Bana anlatılan hikayenin tam olarak bu olduğunu anlamıştım" diyor yazar ve bu anlatının kusurlarını teşhis etmeye koyuluyor. Batı'nın yükselişini ve dünyanın geri kalanını bastırmasını, tarihin manipülatif bir okuması olarak ihbar ediyor.

Haliyle Batılı okuru kısmen rahatsız etmeyi de başarıyor: The Guardian'da kitapla ilgili çıkan bir değerlendirme yazısında şöyle deniliyor: "Frankopan, tarih hakkındaki görüşümüzü yeniden yapılandırmak istiyor, nereden geldiğimize ve bizi biz yapan şeylerin ne olduğuna dair varsayımlarımıza meydan okuyor."

The Telegraph'ta yer alan bir başka değerlendirmedeyse, Frankopan'ın tarih anlatısı karşısında Batı'da duyulan 'utanç' dile getiriliyor, makalenin yazarı, Orta Doğu haritasının böylesine düz çizgilerle çizilmiş olmasını göz ardı etmelerinin utancına dikkat çektikten sonra, 'Atalarımız bugünkü inatçı cehaletimizi görseler dehşete düşerlerdi' demekten kendini alamıyor.

The Guardian: The Silk Roads by Peter Frankopan review – a frustrating trail

The Telegraph: The Silk Roads by Peter Frankopan, review: 'charismatic'  

Ocak 2018'de Pegasus Yayınları tarafından Türkçe baskısı yapılan kitabın, ipek yolu kavramının sıkça telaffuz edildiği ülkelerden biri olan Türkiye'de ilgi görmesi kaçınılmaz.

Kitapla ilgili bir değerlendirme yazısı kaleme alan Jeffret Wasserstrom, Çin'e gittiğinde gözüne çarpan ilk şeyin Shanghai Pudong Havalimanında bir kitapçıda gördüğü İpek Yolu kitabı olduğunu, ABD'ye geri döndüğünde gözüne ilk çarpan şeyin yine bu kitabın İngilizce baskısı olduğunu söylüyor... Geçtiğimiz ay Ankara Armada'da Remzi Kitapevi'ni gezerken, bu kitabın öne çıkanlar arasında teşhir edildiğine şahit oldum. Dikkat çekici kapak tasarımına gözüm takılınca, kendimi bir an Pekin'de bir kitapevinde sandım, zira Pekin'de de hemen her kitapçıda aynı kapak görseliyle bu metnin Çince baskısını görmek mümkün. Eh mevzu ipek yolu olunca, görünürlüğü artıyor.

Kitabın İngilizce adı The Silk Roads, yani çoğul olarak ifade edilmiş. Frankopan, bir röportajında ipek yolu terimini çoğul formda kullanmanın daha münasip olmakla kalmayıp, tam doğrusunun da bu olduğunu özellikle ifade ediyor: "Yolu tekil yazmak pek çok açıdan sıkıntılıdır, sanki bu yolun bir başlangıç ve bitiş noktası varmış, hatta tek bir yolun mevcudiyeti söz konusuymuş gibi. İpek yolu demek seyahat, ticaret ve değişim için uzun mesafeler yaratıyor. Halbuki bu tamamen yanlış. Değişim çoğu zaman yoğun ve yereldi. Mallar sadece doğu-batı istikametinde akmazdı, tüm yönlerde akış vardı."

Reflections on Silk Roads: An Interview with Peter Frankopan

Hal böyleyken, kitap Türkçeye yerleşik haliyle tekile indirgenerek çevrilmiş. İpek yolu mevzuunda kavramı tekil veya çoğul yazmak, geçiştirilecek bir mesela olmasa gerek, kavramın asıl muhteviyatını tamamen hiçe sayan bir tahrifat olarak değerlendirilebilir.

Dünyanın sinir sistemi olarak ipek yolları

Kadim ipek yolları dediğimiz şey o dönemin aktif ticaret hatlarıdır, yoksa ipek yolu teriminin kendisi değil. Esasen yakın bir döneme kadar bu ticaret yolları hiçbir kayıtta 'İpek Yolu' olarak geçmiyordu. Eskiden gidilen güzergâh yola adını verirdi; Semerkand Yolu, Kaşgar Yolu, Tebriz Yolu gibi. Veya yön belirten sözcüklerle yol tarif edilirdi; Kuzey Yolu, Güney Yolu, Batı Yolu... 1877 yılında coğrafyacı Baron Ferdinand von Richthofen, hazırladığı bir haritada Çin'i Roma'ya bağlayan ticaret yollarına şu adı verdi: Seidenstraßen - The Silk Roads. 'İpek Yolu' adlandırmasının böylece ortaya çıktığı sanılıyor. Kuşkusuz tarihî ipek yolları ne sadece tek bir yoldan, ne de sadece ipek ticaretinden ibaretti. Farklı yollar açılıyor, onlarca çeşit ürün uzak diyarlara gönderiliyordu. Sadece mallar değil; inançlar, kültürler, türküler, nakışlar, desenler, mimari biçimler de bu yolun yolcusuydu. Buhara'daki Kalan Minar'ın tuğla bezemesi, Sivas Ulu Cami'nin minaresinde karşımıza çıkabiliyordu.

Yazarın benzetmesiyle 'dünyanın sinir sistemi' görevi yürüten ipek yolları, bir şehirler zinciriydi. Pasifik'i Akdeniz'e bağlayan inciler gibi dizilmiş şehirler. Bağlantılı, çeşitlilik arz eden ve alışverişe aç bir dünya söz konusu idi. Orta Asya bozkırlarında olanların artçı şokları Kuzey Afrika'da hissediliyordu. Frankopan, sinir sistemi benzetmesini o kadar yerinde kullanır ki, insanları ve mekanları birbirine bağlayan bu yolların, derinin altında kaldıkları için çıplak gözle görülemediklerini ifade eder: Bu bağlantıları anlamak, anatominin vücudun işleyişini açıklaması gibi, bize dünyanın nasıl çalıştığını anlatır.

İpeğin bu ticaret sistemine adını vermesi normaldir, çünkü yeterli miktarda sikke üretmenin sorun olduğu dönemlerde en güvenilir para birimi de ham ipek toplarıydı. Ancak ipeğin giysi olarak kullanılması Roma'da belli gelenekçi çevreleri ürkütmüştü; Seneca, bu ince malzemenin popülerliği karşısında dehşete düşmüş, ipek giysilerin, Romalı kadının iffetini koruyamadığını ifade etmiştir: Bir kadın, ipek giydiğinde çıplak olmadığını dürüstçe söyleyemezdi!

Kitap elbette özünde bir tarih anlatısı, yazar kronolojik sırayla alışageldiğimiz olaylar dizisini anlatıyor, biriken zenginliğin ve artan hırsların, tarihin seyrini nasıl etkilediğini gözlemliyor; ancak okurun gözünde canlandırdığı harita bir şekilde hep dünyanın merkezi olarak ipek yollarına, en çok da Orta Asya'ya işaret ediyor. Sanki dünyanın tamamında olup bitenler, bir şekilde bu coğrafyada tayin edilmiş yahut buradan yayılan enerjilerin bir tezahürü gibi. Araştırmacı yazarların sıkça düştüğü bir tuzaktır, ele aldıkları konuyu abartma eğiliminde olurlar; dünyanın en zengin ve kalabalık şehri Bağdat'ın ipek yolları sayesinde oluşan servetin akışıyla inşa edilebildiğini, İngiltere'nin en eski şövalye topluluğu olan Garter Şövalyeleri topluluğunun ambleminin imalatında Moğol kumaşlarının kullanıldığını, Avrupa sanatının altın çağının büyük ölçüde Asya ile temasın uzantısı olan pigmentlerden gelen renklerin kullanılabilmesine bağlı olduğunu (mesela Orta Asya'da çıkarılan lapis lazuli'den gelen zengin mavi renk) kaydeden Frankopan, yer yer okura 'ne ipek yoluymuş arkadaş' dedirtse de, yine de ortaya koyduğu örnekler ve çıkarımlar, metnin inandırıcılığını güçlendiriyor.

Kitap ayrıca, bugünün siyasi haritası ve coğrafya algısıyla, uzak kültürler arasında artık çoktan unuttuğumuz bazı etkileşimlerin üzerindeki tozu da kaldırıyor; Yunan dilinin, tüm Orta Asya'da ve İndus Vadisi'nde duyulabildiğini, Budist heykellerindeki Apollon kültü yansımalarını, Sanskrit destanı Ramayana'nın tematik olarak İlyada ve Odysseia'dan nasıl esinlendiğini artık 'ilk bakışta görmekten' çok uzağız. Bunun için geriye dönük mukayeseli bir okuma gerekiyor. Yahut farklı inanç ve dinlerin özellikle ortaya çıkış dönemlerindeki etkileşim, söz konusu inançlar arasında şiddetli çatışmalara alışmış modern okuru şaşırtacak mahiyette. İslam'ın ilk yıllarında Kuzey Afrika, Mısır ve Filistin'de aynı anda kilise ve camilerin inşa edildiği, dini hoşgörünün esas olduğu bir modus vivendi anlayışı geliştiğini not eden yazara göre, inançların bir arada yaşaması, erken İslam yayılmacılığının alamet-i farikasından ve başarısının etkili öğelerinden biriydi. Dini sınırlar muğlaktı, bazı Hristiyan alimler, İslam'ı Hristiyanlığın farklı bir yorumu olarak düşünüyordu. (S.101) Ancak 7. yüzyılın sonlarında bu durum değişmeye, dini propagandalar artmaya başlıyordu.

"Küreselleşmeyi sadece modern bir olgu olarak düşünürüz,

ancak iki binyıl önce de hayatın bir parçasıydı."

Frankopan, S.13

Frankopan'ın bir diğer marifeti seyahatnameleri kullanmadaki başarısı. Seyahatnamelerden yaptığı alıntılar, metne son derece zengin bir görsellik katıyor, canlı tasvirler hadiselerin bir dekor önünde akmasını sağlıyor. Böylece okur, sokağa inme fırsatı buluyor, esnafın tezgahındaki Semerkant şeftalisinin büyüklüğü karşısında hayrete düşüyor, çayevindeki bir sohbete kulak kesiliyor, Thomas Dallam'ın huzurda çaldığı orgu dinleyen Padişah 3. Mehmet'in nasıl mest olduğuna tanıklık edebiliyor... Telegraph makalesinde dikkat çekildiği gibi, iyice çalışılmış ve defalarda anlatılagelmiş tarihi daha belirgin kılan şey, aslında insanın o muhteşem gerçekliğidir, sıradan insan hikayeleri! Bir hikaye gibi tarih anlatısına serpiştirilen seyahatnameler, okur ile tarih arasındaki mesafeyi de azaltıyor.

Çin kapılarında Romalılar, Araplar, Timur...

Metni okurken, Romalıların ve Arapların, büyük fetihlerinin sonlarında Çin kapılarına dayanmışken, nefeslerinin tam da bu noktada tükendiğine şahit oluyoruz. İmparator Trajan, Basra'ya indikten sonra Büyük İskender gibi Doğu Asya'ya ilerleyecek, İndus Vadisini de aşıp Çin kapılarına dayanacaktı. Ömrü vefa etmedi. 751 yılında Talas Savaşı'nda Çinlileri alt eden Araplar, doğal sınırlarına ulaştıklarını düşünerek daha fazla yayılmalarına gerek olmadığına kanaatine getirdi. Üstelik Arapların Çin kapısına dayanması, dönemin Tang hanedanında sarsıcı etkiler yaratmış, General An Lushan'in başında bulunduğu isyan, Çin'i uzun bir istikrarsızlık dönemine sokmuştu. Daha sonra Çin'i gözüne kestiren bir diğer cengaver Timur'du, Ming sarayı ile ilişkileri kesmişti, 1405'te öldüğünde Çin'e saldırmak üzereydi.

Kitabın sonuç işlevi gören son bölümü Yeni İpek Yolu başlığını taşıyor. Frankopan bu bölümde dünyanın ekonomik ve siyasi durumuna dair panoramik bir fotoğraf ortaya koyuyor. 20. yüzyıldaki İngiliz ağının yerini, bugün Karayipler'e uzanan bir Çin ağının aldığına işaret ediyor.

Frankopan'ın metin boyunca çizdiği ipek yolları tasviri, karşıt görüşlerin dile getirilip tartışılabildiği liberal bir ortama dayanıyor. Farklı kültürler birbirlerini tanımak için yarışıyor, çeviriler, sözlükler basılıyor. Demek ki ipek yolları, her zaman açık fikirliliğe ihtiyaç duyuyor, otoriter ve baskıcı yaklaşımlar kök saldığında ipek yolları düğümleniyor, ticaret ve kültürel değişim tıkanıyor. Gelecekte yeni ipek yollarına dair alınması gereken en önemli ders, bu olsa gerek.

Emre Demir