Arjantinli yazar Jorge Luis Borges Çin'den, "şimdi ve sonsuza dek hiç görmeyeceğim diyarlar" diye söz eder. Bu söz bana çok dokunaklı gelir. Bunu söylediği zaman gözleri görmemeye başlamıştı.
Çin'den bunca sık söz ettiğini, kendim bu ülkede yaşamaya başlamadan önce fark etmemiştim. Şimdi kitaplarını yeniden edinince öykülerinde, şiirlerinde ve denemelerinde Çin'in sık sık karşıma çıktığını görüyorum.
Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Çin yazarlarından Han Yu'nün ismine de Borges'in "Öteki Soruşturmalar" adlı kitabında rastladım. Rastlayınca merak ettim ve pek derinlemesine inemeyen küçük bir araştırma yaptım.
Henan eyaletinin Nanyang kentinde 768 yılında doğan Han Yu 56 yıl yaşayıp 824 yılında ölmüş. Yaşamı Tang hanedanı döneminde geçmiş. O zamanın ölçülerine göre uzun sayılsa da, bugün bize kısa gelen bu ömür içine Neo-Konfüçyüsçülüğün ön habercilerinden biri sayılmasını sağlayacak çalışmalar ve yüzyıllar boyu yaşayacak eserler sığdırmış.
Bulduğum kaynaklardan birinde onun hakkında "Indiana Rehberi"ne dayanarak bazı bilgiler veriliyordu. Bu "Indiana Rehberi", herhalde Indiana Jones'un kullandığı kılavuz kitap olamazdı. İnternette "The Indiana Companion to Chinese Literature" başlığına ulaştım. Demek ki, ABD'deki Indiana eyalet üniversitesine ait yayınevince çıkarılan "Çin Edebiyatı Rehberi"ymiş… Böyle kısa adıyla, adeta tanıdık birinden söz edercesine gönderme yapıldığına göre, Çin edebiyatı uzmanları arasında çok ünlü bir kaynak olmalı. İşte bu kaynakta, Han Yu hakkında "Çin edebi gelenekleri üzerindeki etkisi bakımından Dante, Shakespeare ve Goethe ile kıyaslanabilir" deniyormuş. Büyük tarihçi Sima Qian'den sonra en iyi nesir yazarı ve "Sekiz Büyük Nesir Üstadı" arasında da birincisi kabul ediliyormuş.
Borges, Han Yu'den "Kafka ve Selefleri" başlıklı denemesinde söz ediyor. Bir yazarın ardılları, izleyicileri olduğunun söylenmesine alışmışızdır da öncülleri, selefleri olabileceği düşüncesi bize biraz tuhaf gelir. Ama usta bir yazarın eserlerinde damıttığı edebi zenginliğin damarlarını başka yazarlarda bulamaz mıyız? Doğada nasıl hiçbir şey yoktan var olamazsa, edebiyatta da kimse gökten zembille inmez. Her yazarın beslendiği kaynaklar vardır. Hatta bir yazar, doğrudan okumadığı kitaplardan bile yararlanmış olabilir.
Borges bu yazısında, Fransızca olarak hazırlanmış bir Çin edebiyatı antolojisinde rastladığı Han Yu'nün bir öğüdüne dikkatimizi çekiyor. "İşte işaretlediğim gizemli, berrak paragraf" diyerek alıntıladığı satırlar şunlar:
"Tekboynuzun uğurlu ve doğaüstü bir yaratık olduğu, evrensel olarak kabul görür; kasideler, yıllıklar, ünlü kişilerin yaşamöyküleri ve yetkinlikleri tartışma götürmez başka birçok metin onu böyle tanıtıyor. Gençler ve köylü kadınlar bile tekboynuzun uğurlu bir kehanet olduğunu bilir. Ama bu hayvan evcil hayvanlar arasına girmez, kolay rastlanan bir hayvan değildir, herhangi bir sınıflandırmaya gelmez. At ya da boğa, kurt ya da geyik gibi değildir. Bu yüzden bir boynuzlu atla karşılaşsak da o olduğundan kesin olarak emin olamayız. Şu yelesi olan hayvanın at, şu boynuzu olan hayvanın boğa olduğunu biliriz. Ama tekboynuzun nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz."
Evet, onu görme ihtimalini göz önünde bulundurmadığımız için karşılaşsak bile tanıyamayız. Hatta aramadığımız bir şey karşımıza çıksa da farkına varamayız. Daha da ötesi, herkes görmeyi umduğu şeyi görür.
Ben de Borges'in bu kitabını daha önce okuduğum halde, herhalde o zaman aramadığım için olsa gerek, şimdi gördüğüm bir şeyin farkına varamamışım. Aslında "bir şey" değil, birçok şey sağımdan solumdan öylece geçip gitmiş. Ama şimdi yeniden okuyunca, özellikle bir tanesi iyice dikkatimi çekti.
Borges'in aynı kitabında İngiliz şairi Samuel Taylor Colerigde hakkında iki yazısı var. "Coleridge'in Çiçeği" ve "Coleridge'in Düşü" başlıklı bu yazılardan ikincisi, benim daha önce "Beijing'de Zaman"da ele aldığım bir konuya değiniyor. Daha önce Beijing'deki Yasak Kent'in biraz kuzeyinde, Beihai Parkı'ndaki gölde bulunan Qionghuadao adacığında Kubilay Han'ın sarayını anlatmış ve Colerigde'in "Xanadu" şiirini anmıştım. Çinliler, Kubilay Han'ı, "Çin'i birleştiren Yuan hanedanı imparatoru Yuan Shizu" olarak tanıyor. Bu, onun unvanı. Taşıdığı isim, "Hu Bilie". Kubilay'a benziyor. Borges'in bu küçük denemesini yeniden okuyunca, o yazıyı yazarken hiç hatırlamadığım birçok önemli ayrıntıyla karşılaştım. Hele bazı ayrıntıları daha önce okuduğumu bile hatırlayamadım. Demek ki, tekboynuzla karşılaşmış, ama onu aramadığım için gafil kalmışım.
Yeniden karşılaştığım ayrıntılar içinde, daha önce okuduğumu hatırlamayışıma en çok şaştığım şey, Borges'in İranlı tarihçi Reşideddin'in "Cami üt Tevarih"te Kubilay Han'ın sarayından söz etmiş olduğu bilgisine yer vermesi oldu. Reşideddin'in bu eserini okumuş değilim; okumadığım bir şeyi hatırlamam ya da hatırlamamam söz konusu olamaz. Ama başka kaynaklarda okuduklarım dolayısıyla Reşideddin ve bu eserine büsbütün yabancı da sayılmam. Bu nedenle o yazıyı yazarken Borges'in Kubilay Han'ın sarayından söz ettiğini ve Reşideddin'e gönderme yaptığını hatırlamayışım bana dikkat çekici geldi. Tekboynuzdan bu kadar söz edişim de bundan.
Coleridge "Kubilay Han buyurdu: Xanadu'da/Görkemli bir zevk kubbesi dikilsin" diye başladığı şiirinin kendisine düşünde esinlendirildiğini ileri sürmüştür. Borges'in verdiği bilgiye göre, Reşideddin de "Cami üt Tevarih"te şöyle bir dize yazmış: "Kubilay Han Shang-tu'nun doğusunda, düşünde gördüğü ve belleğinde koruduğu bir plana göre bir saray yaptırdı."
Borges şu noktaya dikkat çeker:
"On üçüncü yüzyılda bir Moğol imparatoru düşünde gördüğü plana göre bir saray yaptırıyor; on sekizinci yüzyılda bir İngiliz şairi –yapısının bir düşten türetildiğini bilemeyeceği- bu saray hakkındaki bir şiiri düşünde görüyor."
Tam adı Reşideddin Fazlullah el Hamedanî olan Reşideddin, Hazan Mahmud'un veziriydi. Hazan Mahmud da, "Çin'i birleştiren Yuan hanedanı imparatoru Yuan Shizu"nun, yani Kubilay Han'ın soyundan geliyordu.
Reşideddin'in ilginç bir yaşamı ve trajik bir sonu olmuş. Yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1247 yılında doğmuş. İsmindeki "el Hamedanî" takısının da gösterdiği gibi, doğum yeri Hamedan kenti. Büyükbabası bir nedim olarak, Kubilay Han'ın kardeşi ve İlhanlı İmparatorluğu'nun kurucusu olan Hülâgü Han'a hizmet etmiş. Babası da saray eczacısıymış. Reşideddin de hekim olarak eğitilmiş ve Hülâgü Han'ın oğlu Abaka Han'a hizmet vermeye başlamış. Otuz yaşındayken İslâm dinine geçmiş. Siyasi itibarı hızla yükselmiş. İlhanlı sadrazamının maiyetinde vezir olarak görev yaptıktan sonra İlhanlı hükümdarları Mahmut Gazan ve Olcaytu adıyla da bilinen kardeşi Muhammed Hüdabende'nin hizmetine girmiş. Olcaytu'nun hükümdarlığı sırasında da vezir olarak kalmış. Fakat Olcaytu öldürülünce, Reşideddin bir süre sonra hükümdarı öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanmış. İki yıl sonra, 1318 yılında oğluyla birlikte asılmış. Ama mezarda da rahat bırakılmamış. 1407 yılında Timur'un oğlu Miranşah tarafından naaşı mezardan çıkarılmış ve Tebriz'deki bir Yahudi mezarlığına gömülmüş.
Reşideddin'in, ünlü eseri "Cami üt Tevarih"ten başka "Şuab-ı Pencgâne", ya da Türkçesiyle "Beş Dal" adlı bir eseri daha bulunuyor. Bu kitabın elyazması İstanbul'daymış, ama şimdiye kadar hiç yayınlanmamış. "Cami üt Tevarih"i Gazan Han'ın emriyle yazmış. Han'ın eser tamamlanmadan vefat etmesi üzerine yazar kitabını yeni hükümdar Olcaytu'ya ithaf etmek istemiş. Ama Olcaytu bunu kabul etmeyip, eseri yine Gazan Han'a ithaf etmesini, kendisi için de ayrı bir kitap yazmasını emretmiş. "Altın Defter" adlı Moğol tarih kitabından da yararlanarak Moğolların ve kurdukları hanedanların tarihini anlatan kitap ayrıca İslam öncesi İran hükümdarları, Hz. Muhammed ve halifeler, Gazneliler, Harzemşahlar ve İsmaililer, Türkler, Çinliler, Hintliler, Yahudiler ve Frenkler gibi Moğol olmayan halklar hakkında bilgiler de içeriyormuş. Kitabın ikinci cildinde "Tarih-i Oğuzan ve Türkân" adlı bölüm Zeki Velidi Togan tarafından "Oğuz Destanı" başlığıyla yayınlanmış. Bu destanın eski çağlara ilişkin bölümelerinde Orta Asya ile Çin ilişkilerinin derin bir bilgiye dayandırıldığı belirtiliyor. "Cami üt Tevarih"in iki adet Farsça kopyası İstanbul'daki Topkapı Sarayı Müzesi'nde saklanıyormuş.
Acaba Çin hakkında ne tür bilgiler veriyor Reşideddin? Yuan hanedanı imparatoru Yuan Shizu'nun düşünde gördüğü sarayı inşa ettirdiğini bile anlattığına göre, kim bilir ne meraklı ayrıntılara yer veriyordur.
Yakın zamanlarda yayınlanıp yayınlanmadığını anlamak için kitap sitelerine baktım, ama bir sonuç alamadım. Oysa Abdülbaki Gölpınarlı tarafından yapılmış bir çevirisi varmış. İnternette yaptığım aramada, kitabın bu çevirisinin belirtilmeyen bir tarihte İstanbul'da yayınlandığı bilgisine ulaştım. Türkiye'de sayıları binleri bulan yayınevleri böyle eserlere maalesef iltifat etmiyor. Bunu da muhtemelen okuyucu teveccühünün yetersizliğiyle açıklarlar. Ticari bakımdan herhalde haklıdırlar.
Neyse ki, Reşideddin'den aldığımız küçücük bilgi bile Kubilay Han ile Coleridge'in düşleri arasında bağlantı kurmamıza yetiyor. Birincisinin düşü, sarayın yapılmasına, ikincisinin düşü de bu sarayın esinlendirdiği şiirin doğmasına yol açmış. Borges bu noktada şu hatırlatmayı yapıyor: "Bu şiirin başlangıcına…" Haklı. Çünkü Coleridge şiirini tamamlayamamış.
Düşte doğan sarayın şiiri de elbette düşte olacaktı. Saray ile şiirini yüzyıllara yayılan kesintisiz bir tasavvurun birbiriyle ilişkili iki ifadesi olarak göremez miyiz? O zaman, saray nasıl düşten çıkıp gerçeğe dönüştüyse, şiir de düşten gelip ak kâğıda dökülecekti. Saray tamamlandı. Cizvit papazı Gerbillon Kubilay han'ın sarayından geriye yalnızca harabelerin kaldığını doğrulamış. Demek ki, yapıldı, kullanıldı ve yıkıldı. Ne var ki, şiir yarım kaldı. O halde süreç henüz tamamlanmadı. Saray yıkılabilir. Şiir yıkılmaz. Ama önce tamamlanması gerekir. Öyleyse, düşle başlayan iş henüz sona ermedi. Bundan rüyanın hâlâ devam ettiği sonucu çıkmaz mı?
Şeyh-i Ekber Muhyiddin İbni Arabi'ye göre, aslolan rüyadır. Borges de o kanıda olmalı ki, şunları yazıyor:
"Düşü ilk gören kişiye sarayın görüntüsü verildi, o da inşa etti; ötekinin düşünden habersiz olan ikincine, saray hakkında bir şiir verildi. Plan başarıya ulaşırsa, bizden yüzyıllar sonra 'Kubilay Han'ın okuyucularından biri bir gece mermeri ya da müziği düşleyecek. Bu kişi, öteki ikisinin düşlerini bilmeyecek. Belki de düşler dizisinin sonu yoktur, ya da belki de anahtar, düşü gören son kişidedir."
Bu son kişi kimdir acaba? Şair mi, mimar mı, besteci mi? Şairse, Xanadu şiirinin devamı kime kısmet olacak? Hangi dilde gelecek? Çince mi, İngilizce mi? Belki de Türkçedir.
Belki de Borges'in sözünü ettiği düşgören bir değil, birçok kişidir. Belki de, aslında sarayla aynı şey olan o şiiri birçok düşgören tamamlayacaktır.
Düşü görenler içinde hangi sıradadır bilinmez ama belki de İskender Selanik adlı şaire o uzun ve ne zaman tamamlanacağı belli olmayan şiirden şu bir kaç dize gelmiştir:
"Ejderin yürüyüşünü seyrediyordu
Düşünde Han Kubilay…
Buyurdu: Geçen yılları say!
Dediler: Büyük Yuan Shizu,
Altmış yılda kuruldu,
Yeni bir Xanadu.
Han Kubilay düşündü:
Ejder yürüyor, geleceğe doğru."
Jorge Luis Borges "şimdi ve sonsuza dek hiç görmeyeceğim diyarlar" diye söz etmişti Çin'den. Ama o ışığı azalan gözleriyle görmese de, toprağına ayak basmasa da gönül gözüyle görüyordu bu ülkeyi.
Yeni kurulan Xanadu'yu ise, görmek istemeyen gözler bile görmek zorunda kalıyor.