Hakkımızda | CRI  Hakkında | Eski Versiyonumuz
 
Türkler'den Çin'e Bakış | Ekonomi, Bilim ve Sağlık | Xinjiang | Çin Ansiklopedisi
Ana sayfa | Haber & Gündem | Kültür & Sanat | Yaşam Panoraması | Spor | Çin'i Gezelim | Çince Öğreniyoruz | Sanal Türk-Çin Dostluk Kulübü | Ankara Radyosu

Maceralı Bir Yolculuk

(GMT+08:00) 2007-12-12 15:50:13 cri

    Çin tatiller ülkesi. Özellikle öğrenciler için. Akademik öğrenim dönemi 4 ay, ara tatil ise 2 aydır. Yani 4 ay okul 2 ay tatil, 4 ay okul 2 ay tatil. Bir yıl böyledir. Ayrıca Çin Ulusal Günü'nde 9 gün tatil vardır, Emekçiler Günü'nde 9 gün tatil vardır, ay yılına göre kutlanan yılbaşında tatil vardır. İşte biz de birkaç arkadaşla birlikte geçen sene 1 Mayıs'taki 9 günlük tatilin bir bölümünde bir yerlere gitmeye karar verdik. İlk başta kararsız kaldık, çünkü birçok kişi birlikte gidecek olunca, hem herkesin istediği, hem maddî olarak herkesin bütçesine uygun, ayrıca kimsenin o ana kadar gitmemiş olduğu bir yere gidilmesi gerekiyordu. Sonunda kararımızı verdik, Xi'an şehrine gidecektik. Hem tarihi bir şehirdi, hem çok uzak değildi, hem de çok pahalı değildi. Uçakla gidecek olsak bazı arkadaşların bütçelerini aşıyordu, o yüzden trenle gitmeye karar verdik. Hemen tren arayışlarına başladık. Ama, Çin'de Türkiye gibi bir tatil söz konusu olduğu zaman bileti çok önceden almak gerektiğini bilmiyorduk tabii. Aslında düşünemedik. Türkiye'de nasıl 9 günlük bir tatil söz konusu olduğunda, eğer tatile 2-3 gün kala bilet almaya kalkarsanız, uçak bileti alacaksanız en pahalıları kalmıştır, otobüs bileti alacaksanız muhtemelen kalmamıştır, şansınıza kalmışsa da konulan bir ek seferin en arka koltuklarında, belki de arka beşlide bir kişilik yer kalmıştır. Burası da öyleymiş, tabi Türkiye'nin neredeyse 20 katı insan yaşıyor burada. Uçak diye ısrar ettik, fakat kabul etmeyenler oldu, çaresiz tren bileti bulacaktık.

    Bu arada Çin'in trenleri 4 farklı kategori. Sert koltuk, yumuşak koltuk, sert yatak ve yumuşak yatak. Bu şekilde geçiyor. Sonradan bir de hızlı tren yapıldı, onun kategorisi ayrı. Sert koltuk, en ucuz kategori doğal olarak. Tabi biz nasıl olduğunu önceden bilmiyorduk. Aslında bizim tercihimiz, gidişte de gelişte de sert yatakta gitmekti. Çünkü sert yatak, Türkiye'deki Anadolu ya da Toros ekspresi gibi. Her kompartmanda ranza şeklinde 3'er karşılıklı yataktan oluşan 6 yatak var. Tek fark, kapı yok, yani koridordan gelip geçenler sizi görebiliyor, sadece biraz içerdesiniz. Ama biz buna razıydık, hepimiz konuşup anlaşmıştık. Fakat tatile 3-4 gün kala bilet aramaya çıktığımız için tabii hiç bilet bulamadık. Her gün gidip soruyorduk, hatta günde 2-3 defa gidip sorduğumuz bile, her seferinde aldığımız cevaplar farklı oluyordu, çünkü iadeler, değiştirmeler oluyordu, bazen birinde yer oluyor, bazen diğerinde. Ama biz 7 kişi birlikte gideceğimiz ve yan yana olmasa bile yakın yerlerde oturmak istediğimiz için bir türlü 7 bileti bir arada bulamıyorduk. Tabi bir de bunun dönüşü var; gidiş-dönüş birlikte almak istiyorduk, çünkü gittikten sonra dönüş için bilet bulamama durumu da söz konusu olabilirdi, zor durumda kalmak istemiyorduk. En sonunda bir akşam, yine birçok maceramızın kahramanı Bahadır ile birlikte gittiğimiz bir zaman, bilet yeter sayısına ulaştık. Gidişte, 6 kişi birlikte, 1 kişi de onların yan tarafında gidebileceğimiz 7 tane sert koltuk, dönüşte de 4 kişi birlikte 3 kişi birlikte alabileceğimiz yumuşak yatak. Sert koltuğun nasıl olduğunu kimse bilmediği için herkes kabul etti. Fiyatı 155 yuandi 13 saatlik yolculuğun. Dönüşe ise itiraz edenler oldu çünkü 550 yuandi, ama yapacak başka şey yoktu, çoğunluğu sağlayıp "istemeyen gelmesin, ya da kendine ayrı bilet alsın" dedik, herkes kabul etti, biletlerimizi aldık.

    Hazırlıklar yapıldı. Akşam 5 civarı buradan hareket edip, ertesi sabah 6 civarı Xi'an şehrine varacaktık. Yemek yedik, bazılarımız yanına yiyecek bir şeyler aldı, bazıları da istemedi, bisküvi türü abur cubur aldı, nasılsa trende yemek olacaktı 13 saatlik yolculukta. Tren istasyonunda bekleyişe başladık. İlk başta her şey güzel görünüyordu, güzel bir bekleme salonuna alınmıştık, bizim trenin biniş anonsunu bekliyorduk. Anons yapıldı ve kalktık. Kimimizde valiz, kimimizde sırt çantası vardı. Salondan trenin olduğu yere çıkana kadar zaten oldukça zorlandık. İnanılmaz ama, trenin kalkmasına daha 25 dakika olmasına karşın, sanki kaçmak üzereymişçesine birbirini iten ve acele eden insanlar, daracık bir kapı, bir de o daracık kapıyı ikiye bölen bir parmaklık... Neyse, çıktık, vagonun numarasına baktık. Ben yanıma yeterince su almadığımı fark ettim. Herkesin "Yahu, trende su mu bulamayacaksın, ne gerek var?" demesine karşın 5-6 şişe aldım. Sonra bindik. Bindiğimiz zaman herkes birbirine baktı. Oturan insandan çok ayakta duran insan vardı. Tabi "nasılsa oturacaklar" diye düşündük, onları yara yara kendi oturacağımız yeri arıyorduk. Bulduk. Üst tarafta çantaları koymak için raflar vardı, fakat bizim 6 kişilik oturma yerinin tamamı boş olmasına rağmen üzerindeki rafların tamamı doluydu. Etrafa baktık, "bunlar kimin" gibilerinden, çünkü oraya eşya koyma hakkı orada oturan kişilerindi, hani bir kişinin biraz fazla bagajı olur, bizim alanımıza biraz taşar filan, problem değil ama... Yani, bir çantayı alacak yer yoktu. Sinirlendik. "Madem öyle," dedik "kendi yöntemimizle koyarız.!" Oradaki bütün her şeyi var gücümüzle bir kenara ittik, presledik. Sonra kendi çantalarımızı, en büyükten başlayarak yerleştirmeye başladık. 4 kişininki girdi, 3 kişininki tüm çabalara rağmen sığmadı. Bize ait 6 kişilik rafta şu an 10 kişinin bagajı duruyordu, ama sadece 4 tanesi bize aitti, diğerlerini bilmiyorduk, yine de onları alıp yere koymak gibi bir harekette bulunmadık, onun yerine çantası sığmayan 3 kişi, kendi ayaklarının altına koydu, rahatsız bir şekilde. "Ne yapalım" dedik, "en kötü ihtimalle, herkes yerine oturup ortalık boşaldıktan sonra koridora koyarız." Fakat trene sürekli insan biniyordu. Her binenin de elinde kocaman hurçlar, çuvallar, halılar, en büyük boy bavullar, muşambaya sarılıp iple bağlanmış bohçalar… Biz baktıkça endişeye kapılıyorduk: Bunlar nereye oturacak, eşyalar nereye sığacak? Çünkü raflar zaten doluydu, koltuklarda da, göz kararı bakıldığında bile asla ayaktaki insan sayısı kadar boş yer kalmamıştı. Neyse, endişeli bekleyiş, tren hareket edene kadar devam etti, tren hareket ettikten sonra trenin içi ve koridor, iş çıkış saatinde binilen bir otobüs gibiydi. Kimse inanamadı. Gittiğimiz mesafe 1-2 saatlik yol olsa haydi neyse! 13 saat nasıl ayakta gidilirdi ? Oturduğumuz yer ise otobüs koltuğu gibi bile değildi, bildiğiniz, sert, teoride 3 kişilik fakat pratikte 3 kişinin oturabilmesi için ortadaki kişinin biraz sıkışmasını gerektirecek büyüklükte bir kanepe gibiydi. Daha iyi bir tanım yapayım: Eski model bir arabanın arka koltuğu. Evet, tam olarak böyle bir yerde, üçer üçer karşılıklı 6 kişi oturuyorduk. Yedinci kişi diğer taraftaki koltukta, çantası kucağında uyumaya başlamıştı bile. Biz ise 13 saat böyle nasıl geçecek diye düşünüyor, sesli yorum yapıyorduk. İlk yarım saatten sonra ayaktakiler yavaş yavaş oturmaya başladı. Ama nereye ? O 3 kişilik koltuklarda birkaç santimlik bir boşluk bulanlar oraya, bulamayanlar da yere... Bırakın oturanı, yatanlar bile vardı. Çuvallara sarılıp yatanlar, çuvalları ve bavulları yerleştirip yere yatak yapıp yatanlar, koridorda ayaklarını karşıdan karşıya uzatıp, bacaklarının üzerine bavulunu koyup, kafasını da koltuklardan birine dayayıp uyuyanlar… Durum bu şekildeydi. İnsanlar uyumaya başladıktan sonra bir nebze olsun sakinleşti ortalık. Biz de sohbet etmeye, kağıt oynamaya filan başladık. Aradan belki 2 saat kadar geçti, yemek vakti geldi. Yemek vakti gelince ortalık tekrar curcunaya döndü. Çünkü yemek, uçaktaki gibi kap içinde menü olarak dağıtılmıyordu. Herkesin gidip kendisi yiyeceği bir yemek salonunda da yenmiyordu. Dışı yosun tutmuş ve pek temiz görünmeyen iki tane kocaman kazanın içi ağzına kadar yemek dolu, metal bir arabanın üzerinde geliyordu. Okul yemekhanelerindeki gibi plastik bir kabın içine biraz pilav biraz da yemekten konulup, dışına taşan yemeğe, altına akan yağa aldırmadan servis yapılıyordu. Biz birbirimize baktık, "Yemek isteyen var mı" gibilerinden... Ben aslında her şeyi yiyen biriyim, denemek istiyordum, ama arkadaşların "saçmalama" türü tepkilerinden dolayı cesaret edemedim. Neyse yemek telaşı da bitti, ama tabii tren için bitti, biz bineli belki 4 saat kadar olmuştu, ama hâlâ bir şey yememiştik, herkes de gözümüzün önünde yemişti, acıkmıştık. Fakat herkes yemek almamıştı, alanlar da "Ee, biz aldık, size de söyledik, ama siz almadınız, biz yeriz siz bakarsınız" diyemediler tabii. Normalde iki kişi için alınmış yemek, 6 kişi arasında paylaşıldı, böylece herkes aç kaldı, geri kalanını da bisküvi, cips gibi abur cuburla yatıştırmaya çalıştı. Sonra en zor kısma geldik. O kadar yemek yedik, o kadar su içtik, doğal olarak tuvalet ihtiyacı doğdu. İşte bu işkenceydi. Biz vagonun ortasındaydık, tuvalet ise iki ucunda, bir vagon yaklaşık 40 metre ise, belki bize 20-25 metre mesafede. Yani normalde, yaklaşık yarım dakika alır tuvalete kadar yürümek. Ama ne mümkün ? Yerler tamamen uyuyan, yatan insanlar, onların eşyaları, koltuklara uzatılmış kollar, masalara dayanmış halılar ve çuvallarla doluydu. Trenin sarsıntısı içinde hem düşmeden, hem bir eşyayı devirmeden ya da ezmeden, hem birinin kafasına, koluna, bacağına basmadan yürümek işkenceydi. Tuvalete varmak ve geri dönmek en az 10'ar dakika alıyordu. Tuvaletin önü ise ayrıca sigara içme yeriymiş, tabi koskoca vagonda toplam 4 tuvalet var, önünde kuyruk, kuyrukta da sigara içen insanlar. Hem kuyruğu bekle, hem sigara dumanını çek… yani bir kişinin tuvalete gidip geri gelmesi yaklaşık 40 dakika sürdü. Bunu gördükten sonra birer birer değil, birini nöbette bırakıp hepimiz birlikte tuvalete gittik, arka arkaya sıraya girdik, ve işimizi toptan hallettik. Komiktik, ama bir taraftan da eğleniyorduk. "Ağlanacak halimize gülmek" diye bir deyim vardır ya, aynen öyleydi. Yemekleri ve cipsleri yiyip, tuvalet seanslarımızı da bitirdikten sonra saat zaten 1-1.30 olmuştu. 6 civarı varacaktık, zaten uyuyacak 5 saatimiz bile kalmamıştı. "Bari," dedik "hiç yoktan iyidir, biraz uyuyalım." O kısacık sürede bile trenin ara duraklarda durmasıyla oluşan sarsıntılar, duracağı zaman eşyalarını almak ve inmek için uğraşan insanlar, onların gürültülerden dolayı birkaç defa uyanmış da olsak ve koltuğu yatırmak gibi bir şansımız olmadığı için dimdik, oturur gibi uyumak zorunda olsak da, birbirimize yaslanıp, kiminin bacağı kiminin kafasında, kiminin eli yerde, kiminin kafası kiminin omzunda yine de uyuduk. Varmamıza 15-20 dakika kala kimilerimiz uyandı, sessiz sessiz sohbet etmeye başladı. Sonra herkes uyandı, eşyaları toparladık ve vardığımız zaman indik.

    Evet, maceralı Xian yolculuğu bu şekildeydi. Sonradan öğrendik ki, sadece sert yatak kategorisi için geçerli bir tarife daha varmış. Zaten ucuz olan bilet fiyatının üçte birini ödeyerek, ayakta seyahat etmek de seçilebiliyormuş. Yani 50 yuan'a Pekin'den Xian'a gitmek mümkünmüş bu şekilde. O yüzden o kadar kişi ayakta ve yerlerdeymiş. Ee, tabi bagaj sınırlaması denen bir şey yok, kimse bir şey denetlemiyor, vagona erken binen ve kapan kaptığı yere koyuyor eşyasını, sonradan binen başka yer buluyor, bulamazsa yere koyup üzerine oturuyor. Bizim oturduğumuz yerlere ait olan raflar da, ayakta seyahat edecek fakat eşyası çok olan kişiler tarafından biz daha trene binmeden doldurulmuş. Biz de işte bir miktar balık istifi yapmış, geri kalanını da ayaklarımızın altına koymuştuk. Ve zor da olsa Xian'a varmıştık.

    Xian'da yaptıklarımız, oradaki maceralarımız başka bir programın konusu. Bu programda ikinci olarak da dönüşümüzü anlatacağım. Dönüşte hepimiz, ağzı yanmış, yoğurdu üfleyerek yer durumdaydık. Herkes restoranlardan paketler, sandviçler, litrelerce sular, hamburgerler almıştı yanına. Başımıza gelecekleri bilmiyorduk ne de olsa. Vakit geldi, trene birer birer bindik. Sonra biletlerimize göre yerlerimizi bulduk. Ama bu sefer bambaşkaydı her şey. Yerimiz dediğim şey bu kez kompartman. Öyle ki yerde toz bile yok. Halıların üzerinde yürüyoruz. Kompartmanın içine ilk başta bakmadık, biletin numarasına göre sadece yazılı olan numarala bakıyorduk. 4 kişi bir kompartmanda, 3 kişi bir diğer kompartmanda kalacaktı. Biz dördümüz, kendi kompartmanımızın önüne geldik, ve kapıyı açtık. Gördüğümüz karşısında herkes yine birbirine baktı, ama bu kez mutluluk ve tebessümle. Kompartmanın içinde, yaklaşık 90'ar cm. genişliğinde, üst üste ve karşılıklı ikişer olmak üzere toplam dört yatak, ve kalın kalın battaniyeler. Yatakların ortasında kocaman bir masa, masanın üzerinde cipsler, sandviçler, biralar, kolalar. Her yatağın baş ucunda gömme televizyon, her televizyona ait bir adet uzaktan kumanda, kulaklık, ayrıca radyo kanalları. İçerden kilitlenebilen kapı. Ve bizi en çok şaşırtan, her kompartmanın kendine has, ayarlanabilen ve gerçekten bozuk olmayan ve çalışan kliması. Ben "sıcak olsun" dedim, benimle aynı kompartmanda kalan Edip, "hayır serin olsun" dedi, üzerinde birkaç saniye konuştuk, sonra gülmeye başladık. Xian'a gelirkenki durumumuz neydi, ne koşulda geldik, şu an neyin tartışmasını yapıyoruz dedik, bayağı bir güldük. Ayrıca yerde 4 tane, otellerde verilen gibi kumaş terlik. Bu şartları görünce keyfimiz yerine gelmişti, neredeyse yani "keşke yolculuk 13 değil de 30 saat sürse" diyecektik. Çantalarımızı bıraktık, ayakkabılarımızı çıkarıp terliklerimizi giydik. Sonra Bahadır'ı aradım, "neredesin, nasılmış bu tren" diye. Gevrek gevrek gülerek "güzel güzel, birazdan geliyorum" dedi. Biz o gelene kadar televizyona baktık, ne izlesek diye düşündük. Sonra Bahadır ve diğerleri geldi. Dedi ki bakın dışarıda yabancılar var, gelin sohbet edelim. Ben Sherry ile birlikte çıktım, Bahadır'ın yanına gittim. Belçikalı bir aile, baba, kız, bir de teyze miydi hala mıydı, 3 kişi, önce Pekin'e gitmişler, oradan uçakla Shanghai'a gitmişler, sonra yine uçakla Xian'a gelmişler, şimdi de başka bir yere gidiyorlarmış, bizim yolumuzun üzerinde bizden önce ineceklermiş. Kızı bizim yaşlarımızdaydı. Bahadır bizden önce sormuş, bu trenin özel yemekhanesi varmış, oraya gidelim dedi. Biz olur dedik, hani yemek bulduk ya, kendi getirdiklerimizi neden yiyelim ? Bahadır o kızı da davet etti, babası da izin verdi. Hep birlikte restorana doğru gittik. Gayet şık, birçok masanın olduğu, esas olarak Çinlilerden çok yabancıların yemek yediği, menünün olduğu bir restoran. Hem de 5-6 farklı et yemeği, birkaç çeşit yoğuk yemek, hatta 3 farklı biranın olduğu bir menü. Herkes kendi isteğine göre sipariş verdi. Tamam çok ucuz değildi, belki kişi başı 40-45 yuan odedik yemek için, ama kesinlikle değerdi. Restoranda da sohbet ettik, Belçikalı kız Pekin ve Shanghai'da yaptıklarını anlattı, biz Çincemizle hava attık filan. Yemekleri yedik, biralarımızı içtik, sonra yorgun hissettik kendimizi. Herkes kendi kompartmanlarına çekildi. Ben her ne kadar hemen uyumayı planlıyor da olsam, Edip'in laptopunu gösterip "Haydi bir film izleyelim" önerisine dayanamadım ve kabul ettim. Birlikte bir de gerilimli film izledik, iyice uykumuz geldi. Sonra klimanın ayarını biraz daha ılıklaştırıp, rahat ve sıcak sıcak uyuduk. Ne zaman ve ne kadar uyuduğumuzu bile bilmedik, varmamıza yaklaşık yarım saat kala anonslarla uyandık. Herkeste "keşke yolculuk bitmese" duygusu seziliyordu adeta. Ama macera güzel şekilde noktalanmıştı. Eşyalarımızı topladık, ayakkabılarımızı giydik, yüzümüzü bile yıkadık. Sonra indik, 2 farklı taksiye binerek gideceğimiz yerlere gittik.

    Evet, gidişi eziyetli ve zor, dönüşü ise keyif olan iki farklı tren yolculuğu bu şekildeydi. Siz siz olun, 2-3 saatten fazla bir yol gidecekseniz sert koltuklu trende almayın. Bu hafta Çincesini öğreneceğimiz kelimelerle programı noktalayalım. Sert : ying (4). Yumuşak : ruan (3). Yatak : wo (4). Tren : huo(3)che(1). Bilet : piao(4).

    Bir sonraki programda görünceye dek her şey gönlünüzce olsun. Esen kalın sevgili dinleyiciler.

  İlgili Haberler
  Yorumunuzu Gönderin
Yayın Çizelgesi
Günlük Konuşma
• Ders 45 Kayıt yaptırmak
• Ders 44 Kaybedilen önemli belgeler için bildirimde bulunmak
• Ders 43 Kredi kartı kullanmak
• Ders 42 Havale yapmak
• Ders 41 Ödemek
Diğer>>
Tavsiye Edilen Programlar
• Çin döviz rezervleri ve Amerika
• Amerika'yı "kazanmak" stratejisi
• "Avrupa futbol takımları 18 yaşı altındaki yabancı futbolcuları almamalı"
• Çin Seddi'nde Beşiktaş kutlaması
• "Çıplak ayaklı doktorlar"dan köy hastanelerine
• Makam sanatının "ilkbaharı" için
• Dışlanan rejimlerle ilişkiler...
• An Lee, Booker ödüllüromanını peyaz perdeye aktaracak
• Almanya Badminton Açık Turnuvası'nda en büyük galibiyet Çin takımının
• "Çirkin ördek yavrusundan güzel kuğu"ya dönüşen halterci Chen Xiexia
Diğer>>
china radio international china radio international

© China Radio International.CRI. All Rights Reserved. 16A Shijingshan Road, Beijing, China. 100040