Yorum: ABD, önce kendi "insan hakları hastalığı"nı tedavi etmeli

  2019-07-27 20:45:03  cri

Wang Shanshan, Bu Weijun-CRI Haber Merkezi

Çin İnsan Hakları Araştırma Enstitüsü tarafından kısa süre önce "ABD'deki köklü ırk ayrımcılığı sorunu 'ABD tipi insan hakları'nın riyakârlığını öne çıkarıyor" başlığını taşıyan bir rapor yayımlandı.

ABD'li aydınların gözlemlerine, basında yer alan haberlere ve uluslararası örgütlerin analizlerine dayanılarak kaleme alınan söz konusu raporda, somut vakalarla ABD'de daima var olan ırk ayrımcılığına dikkat çekilerek, "ABD tipi insan hakları"nın içerdiği ciddi riyakârlık gözler önüne serildi.

"İnsan hakları" çok uzun zamandır ABD'nin diğer ülkelerin iç işlerine müdahale etmek, diğer ülkelere leke sürerek baskı uygulamak için başvurduğu "kullanışlı bir araçtır." Washington, gözüne giremediği, baskı uygulamak istediği biriyle karşılaştığında hemen sözde "İnsan Hakları Raporu"nu ortaya atarak, bu ülkedeki insan hakları durumunun "git gide kötüleştiği"ni öne sürer.

Aslında "insan hakları", ABD için ayıplarını, yani günden güne kötüleşen insan hakları durumunu saklamak için kullanılan bir "örtü" olma özelliğini taşıyor. Günümüzün ABD'si için bu örtünün de neredeyse bir kenara atıldığını söylemek mümkün; zira, ABD'li siyasetçiler, artık ayıplarını örtme gereği dahi duymadan, "çıplak" şekilde koşarak ve hangi yüzle olduğu bilinmeden "insan hakları savunucusu" olarak ortaya atılıyor....

ABD, birçok ırkın bir arada bulunduğu, göçmenlerin oluşturduğu bir ülke. "Eşitlik" ve "entegrasyon" ile övünen ABD'de, köklü bir şekilde mevcut olan ırk ayrımcılığı ve zıtlaşmaları ülkenin onulmaz bir yarası hâline gelmiş durumda. ABD'de tarihten bu yana etnik azınlıklara mensup vatandaşların temel insan haklarının ihlal edildiği olaylar sık sık yaşanıyor. Bu insanlar, gerek istihdam ve gelir, gerekse eğitim ve kültürel yaşam gibi konularda genellikle daha aşağı pozisyonlarda yer alırken, adli ve yasal uygulamalar açısından ise zaman zaman adaletsiz muamelelere maruz kalıyorlar.

Örneğin, son yıllarda basına yansıyan haberlerde, etnik azınlıklardan gençlerin ABD'li polislerce dövüldüğü, hatta silahla öldürüldüğü olayların dünya çapında örneğine az rastlanır nitelikte olduğunu vurgulamak lazım. Ancak ABD'de bu tür feci olaylar durmadan tekrarlanıyor.

ABD'nin ilk Afrika kökenli başkanı Barack Obama: "Yaşamımızdaki hemen hemen bütün sistemlerde var olan ayrımcılığın toplumda derin etkisi var ve bu halen genlerimizde mevcut" değerlendirmesinde bulunmuştu.

Maalesef, bugünkü ABD, çağın ve toplumun gelişimiyle birlikte ırk ayrımcılığını ortadan kaldırmak yerine, bu "gen"in tüm vücudunu çürütmesine müsaade ediyor.

"Time" dergisinde bir dönem ABD'den "Amerika Bölücü Devletleri" şeklinde bahsedilmişti. Çünkü FBI'nın verilerine göre, 2017 yılında, ABD'deki nefret suçları bir önceki yıla göre yüzde 17 arttı. Bunlar arasında ırk veya soya duyulan nefret dolayısıyla işlenen suçların oranı ise en yüksek seviyede. Bu oran, söz konusu raporda art arda üç senedir artış gösterdi. Üstelik bu türlü suçların en büyük mağdurları da Afrika kökenli Amerikalılar ve Yahudiler. Her geçen gün daha da artan nefret suçları karşısında ABD hükümeti gerekli önlemleri almazken, bazı siyasetçiler sürekli ırk ayrımcılığını kaşımaya çalışıyor.

Örneğin, mevcut ABD hükümeti Meksika sınırına bir duvar inşa ediyor, "yeşil kart çekilişlerini" iptal ediyor ve yasadışı göçmenleri yakalayıp ülkelerine iade ediyor…

Haziran 2018'de, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'nden uzmanlar tarafından yapılan ortak açıklamada, ABD hükümetinin binlerce göçmen çocuğu anne babalarından zorla ayırarak göz altına aldığına, bu girişimin uluslararası insan hakları standartlarına aykırı olduğuna ve bazı durumlarda işkenceyle bile karşılaşıldığına işaret edildi. Özetle, "ABD rüyası", artık bir kâbus hâlini alıyor.

Uluslararası arenada da ABD, eylemlerinde mantık aramanın manasız olduğu bir örnek niteliğinde.

Bir yandan, "insan hakları egemenliğin üzerindedir" bayrağı altında, her yeri karıştırarak, etnik zıtlaşmaları ve çatışmaları kışkırtarak bulanık suda balık avlamaya çalışıyor ve bu suretle dünyanın başına barış ve istikrarı zedeleyen saymakla bitmeyecek dertler ve felaketler getiriyor.

Diğer yandan ise BM İnsan Hakları Konseyi'nden ve Küresel Göç Sözleşmesi'nin saptama sürecinden çekiliyor, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin onayını reddediyor. ABD, uluslararası kuralların getirdiği sınırlamalardan yakayı kurtarmaya çalışırken, insan haklarının küresel düzeyde ortaklaşa korunması sürecine de sekte vuruyor.

Daha da dikkat çekici olan ise ABD'li politikacıların kendi ülkelerinin kapkara insan hakları karnesine bakarken kasıtlı olarak gözlerini kapamaları. Aynı isimler, diğer yandan ise sözde somut gerekçelerle 200'ü aşkın ülkenin insan hakları durumunu eleştiriyor ve bu ülkelerdeki durumun asılsız şekilde "son derece kötü" olduğunu savunuyor.

Yakın tarihte ABD'li üst düzey bir yetkili de hiç yüzü kızarmadan "dini özgürlükleri", Çin'in Xinjiang ve Tibet politikaları ile din özgürlüğü politikasına saldırmak için bir kisve olarak kullandı.

ABD'li siyasetçiler, aldatmalar ve yalanlar içerisinde diğer ülkelere insan haklarına dair ithamlar yöneltirken, insan acaba bu şahıslar kendi ülkelerindeki vaziyete bakarak mı diğer ülkeleri suçluyorlar diye düşünmeden edemiyor...

Bu arada, BM İnsan Hakları Konseyi'ne farklı ülkelerin büyükelçileri tarafından gönderilen ortak mektup da uluslararası toplumda yankı uyandırdı. Çin'in Xinjiang politikalarında, bölgede insan haklarının gelişmesinde kaydedilen başarılarının ve terörle mücadelede elde ettiği neticelerin olumlu değerlendirildiği ortak mektuba imza atan yabancı büyükelçilerin sayısı 26 Temmuz itibarıyla 50'ye yükseldi.

Bu da uluslararası toplumca ABD'li politikacıların Çin'i karalama çabalarına verilen en iyi cevap oldu.

Amerikan hegemonyasını sürdürebilmek için insan hakları bahanesini kullanırken, ABD'nin kendi insan hakları durumu karşısında kör, sağır ve dilsiz kesilmek, ABD'li politikacılar açısından büyük bir çelişki oluşturuyor.

ABD içinde yükselen ırkçılığa, zengin ve yoksul arasında artan kutuplaşmaya, cinsiyet ayrımcılığına ve kamu düzenindeki kaosa bakıldığında, ABD'nin evvela kendi "insan hakları hastalığını" tedavi etmesi lazım!