"Çin ve Türkiye'nin sinema işbirliğinin önü açık"

  2018-04-20 15:01:31  cri

Beijing Uluslararası Film Festivali, 15-22 Nisan tarihlerinde düzenleniyor. Bu yıl Semih Kaplanoğlu'nun yazıp yönettiği "Buğday" filmi ile Ceyda Torun'un "Kedi" adlı belgeseli festivalde gösterilen filmler arasında. Yakın zamanda da 20. Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali'nde Çin'den 12 yapım gösterildi. İki ülke arasında ekonomik ve siyasi ilişkilerin gelişmesinin yanı sıra kültürel anlamda, bilhassa sinema alanında da ilişkileri geliştirmek adına hem Çin'den hem de Türkiye'den önemli adımlar atılıyor. Sinema yazarı Tunca Arslan ile Türkiye'de Çin sineması algısında görülen değişim ve iki tarafın sinema sektöründeki işbirliği geleceğini konuştuk.

Öncelikle, Türkiye'de Çin sineması nasıl algılanıyor, bundan biraz bahsedebilir misiniz?

Türkiye'de Çin sineması 7. sanatın, sinemanın vicdanı olarak algılanıyor sinema severler ve eleştirmenler tarafından. Örneğin, yaklaşık 20-25 yıl önce İstanbul Film Festivali'nde programa alınan Çin filmleri çok dikkat çekmezdi. Seyirci (Çin sinemasına) dünya genelinde olduğu gibi biraz uzaktı. Aradan geçen sürede, özellikle de beşinci kuşak diye bilinen Çinli sinemacılar, dünyanın çeşitli saygın film festivallerinde, Cannes'da, Berlin'de, Venedik'te ödüller aldıkça, bunun Türkiye yansıması da çok olumlu oldu.

Çin filmleri, Hollywood'a, popüler sinemaya alternatif olarak algılanıyor. Ve işin iyi tarafı yalnızca film festivallerinde değil, sayıları az da olsa ticari gösterime giren filmler belli bir ilgi görüyor ve beğeni topluyor, çeşitli ödüller de alıyor. Yani Çin filmlerinin festivallerin dışında ticari gösterime, ticari dağıtıma girmesi Çin sinemasının dünya çapındaki başarısının Türkiye'de bir yansıması. Kısacası Çin sineması denilince çok uzun yıllar önce sadece Kungfu filmleri, dövüş sanatına dair filmler akla gelirken; şimdi dünyayı, Çin'i, insanı anlatan, toplumcu gerçekçi filmlerin başarısı akla geliyor. Yani Türkiye'de Çin filmlerine oldukça olumlu bir imaj ve yaklaşım var.

Peki, bundan sonrası için Çin ve Türkiye arasında sinema sektöründe işbirliğinin geleceğine nasıl bakıyorsunuz?

İki ülkenin de sinemalarının, sinemacılarının işbirliği anlamında önü çok açık. 2017'nin Aralık ayında Türkiye'de 20 yıldır yapılan Randevu İstanbul Uluslararası Film Festivali'nin konuk ülke sineması Çin'di, 12 film gösterildi. Çin sinemasını biraz olsun tanıdığım için seçkiye benim de katkım oldu ve bütün gün süren 3 ayrı oturumda moderatörlük de yapma fırsatı buldum. 30'a yakın Çinli yapımcı, yönetmen ve senaryo yazarı buradaydı ve Türk sinemacılarla olumlu bir işbirliği geliştirdiler, ortak projeler ele alındı ve bildiğim kadarıyla da bir-iki proje hayata geçirilmek üzere. Bu anlamda çok başarılı bir buluşma oldu.

Randevu İstanbul Film Festivali'nin seyircileri Çin sinemasının son dönem örneklerini izleme fırsatı buldular, ayrıca sektörlerin buluşması gerçekleşti. Biliyorsunuz, yeni İpek Yolu dünyayı pek çok açıdan değiştirecek çok güzel ilerleyen bir proje. Bunun sanata, özellikle de en dinamik sanat dalı olan sinemaya yansıması da kaçınılmaz. Çinli ve Türk sinemacıların burada ortak projeler geliştirerek kültürel bağları, sanatsal bağları daha da sıkılaştırması açıkçası çok sevindirici. Ben bunun artarak devam edeceğine inanıyorum ve bir sinema köprüsü de kurulacak. Burada tabii, örneğin Pekin'de birkaç kere yapıldığını biliyorum, Türk filmleri haftası gibi etkinlikler de iki ülke sinemacılarının, sinema severlerinin ilişkilerini daha da sağlam bir hale getiriyor. Ama bu tür etkinliklerin sayısının çok daha fazla olması gerekiyor açıkçası. Burada da iki ülkenin kültür bakanlıklarına, hükümetlerine ve bu konudaki sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşüyor.

Beijing'deki sinemayla ilgili etkinliklerden bahsetmişken, Beijing Uluslararası Film Festivali'ne değinelim. Bu sene festivalde Türkiye'den iki yapım gösterimde. Bunlar, Buğday filmi ve Kedi adlı belgesel. Sizce bu iki yapım Çinli izleyicilere ne kadar hitap ediyor? Onun dışında bu yıl festivalde olması gerektiğini düşündüğünüz başka hangi yapımlar var?

Öncelikle Kedi, uluslararası çapta çok yankı uyandıran, alçakgönüllü bir belgesel olmasına rağmen bunun çok ötesinde ilgi gören bir belgesel. Kediler aracılığıyla İstanbul'u çok hoş bir şekilde anlatıyor. Bunun Pekin'de oldukça sempati yaratacağına, yaratmış olduğuna inanıyorum. Buğday ise Türk sinemasının son döneminin öne çıkan yönetmenlerinden Semih Kaplanoğlu'nun biraz sıra dışı bir çalışması. İslami, dinsel göndermeler de içeren bir bilim kurgu çalışması. Dünyada ortak ölçekli pek çok festivalde gösterildi, dikkat çekti. Fakat Türkiye'de çok olumlu notlar almadı açıkçası, ama Çinli sinemaseverlere Türk sinemasından değişik sayılabilecek ayrıksı bir film göstermek, Türk sinemasındaki arayışların bir örneğini sunmak yine de önemli. Ben Çinli seyircilerin komedi filmlerine ilgi gösterdiğini biliyorum. Çin'de yerli komedi filmleri de belli bir ilgi görüyor. Onun yanında Türk sinemasından da popüler ya da daha sanatsal özellikleri öne çıkan komedi filmleri de belki yer alabilirdi bu festivalde. Hani Türkler nelere gülüyor, nelere dikkat edip neleri mizah duygusu haline getirebiliyor gibi örnekleri anlatmak açısından belki komedi filmlerine de yer verilebilir.

Mizah aslında çok da evrensel bir duygu değil. Komedi sinemasının Türk toplumunu, Türk insanını tanımak açısından önemli bir kulvar olduğunu düşünüyorum. Bunlar olabilirdi ama iki film de olsa Türk sinemasının Çin'de belli bir iz bırakması, daha önceki festivallerde olduğu gibi, yine de sevindirici bir olay.

Türk izleyiciler ekranda Çin'den başka ne görmek isterler, ne tür hikayeler Türklerin ilgisini çekebilir, Çinli yapımcılara bu konuda ne söylemek istersiniz?

Türkiye'de artık sinemaseverlerin, yani has sinemaseverlerin çok iyi tanıdığı Zhang Yimou, Jia Zhangke gibi yönetmenler var. Beşinci kuşak, altıncı kuşak yönetmenler Türkiye'de artık yeterince biliniyor ve onların filmleri büyük ilgi görüyor. Çin toplumunun günlük ya da tarihi gerçeklerini anlatan veya çok yalın bir dille Çin insanının yaşadıklarını, gerçeklerini yansıtan filmler ve tarihsel yapımlar ilgi görüyor. Çin'in imparatorluk devrine, devrim dönemlerine ait filmler belli bir ilgi görüyor. Çünkü bunlar aynı zamanda çok görkemli yapımlar. Bir anlamda bunlar Hollywood'un yapım koşullarıyla çok sıkı rekabet edebilen ve hatta onu geçen filmler. Sıradan Çin insanının yaşamı, gerçekleri; sadece Shanghai, Beijing gibi büyük kentler değil, daha Kuzey Çin'den, Güney Çin'den insan gerçekleri de oldukça ilgi görüyor Türkiye'de. Bu açıdan Çin filmleri gösterime girdiği zaman ya da festivallere geldiği zaman eskisine oranla salon çok daha fazla doluyor ve ilgi görüyor. Dolayısıyla biz sinemaseverler, sinema yazarları ve eleştirmenleri olarak her yıl Çin sinemasından 3-4 tane bu tür film görmeyi özlüyoruz.

Çin-Türkiye sinema ilişkilerinden bahsederken, son yıllarda Türk filmlerindeki Çin algısında da değişme oldu. Örneğin "Çinliler geliyor" gibi 15-16 yıl önce yapılan bir film, Çin'in dünyaya açılmasının küçük bir Anadolu kasabasına yansımasını komedi yapısı içinde anlatıyordu, ama ondan sonra tıpkı 1960'larda-70'lerde Almanya'ya giden Türk işçilerinin öykülerini, izlerini beyaz perdeye yansıtan filmler gibi, şimdilerde ilginç biçimde Çin'e bir bakış var. Örneğin artık Türk filmlerindeki öykülerde ailenin bir ferdinin Çin'e gittiğini öğreniyoruz. Bu, bence çok ilginç. Sadece sinema eleştirmenlerinin değil, sosyologların da üzerinde çalışması gereken bir konu. Türk yönetmenlerin filmlerindeki öykülerdeki Çin algısı değişiyor. Uzak Asya'daki Türk-Çin ilişkilerinin yüzlerce yıl önceki algısı bugün artık Çin gerçekliğinin farkına varan Türk filmleri olarak karşımıza çıkıyor ki bu da dediğim gibi çok ilginç bir yönelim.

Sizce ileride Çin sineması Türkiye'de Hollywood'u geçebilir mi?

Hollywood'la rekabet etmek, 30 yıla yakındır Avrupalı sinemacıların ki orada buna bir hükümet politikası, devlet politikası olarak yaklaşılmasına rağmen başarabildikleri bir şey değil. Çünkü Amerikalılar dağıtım tekellerini elinde bulunduruyor. Çok büyük bir oranda salonlara da hakimler. Çin sinemasının da böyle bir şansı yakın gelecekte çok yok açıkçası. Bu ancak devlet politikaları, iki ülke arasındaki kültürel ilişkilerin resmi boyutuna dair çalışmalarla yakalanacak bir şey.

Ben tabii böyle bir şeyi arzu ederim. Çünkü Türkiye'de bir yıl içinde yüze yakın Hollywood filmi gösterime giriyor, bunların çoğu birbirine benziyor, yıllardır seyrettiğimiz filmler. Çok yeni bir şey göremiyoruz artık. Ama sinema sanatının güneşinin Doğu'dan, Çin'den, Hindistan'dan, İran'dan geldiğini bildiğimiz için bu tür örnekleri daha çok görmek, bunların üzerine yazmak istiyoruz. Ama dediğim gibi bu da devlet politikasıyla olabilen bir şey. Umarım; iki ülke arasındaki siyasi, ekonomik ve kültürel ilişkiler arttıkça sanata, sinemaya da bu tür olumlu yansımaları olacaktır.