Çin dergisinden Türkiye analizi: "Süper başkan Erdoğan"

  2018-01-09 10:07:12  cri

Çin'in etkili haber dergilerinden Caixin, 25 Aralık 2017'de çıkan sayısında Türkiye'yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı odak konusu yaptı.

Dergide Wang Zili ve Tian Jiawei imzasıyla çıkan 11 sayfalık analizde, siyasi ve tarihi arka planıyla Türkiye'deki güncel gelişmeler değerlendirildi.

Cumhurbaşkanlığı sistemiyle ilgili referandumun %51 evet oyuyla kabul edildiğini hatırlatan dergi, bu sonucun ardından sadece mevcut parlamenter sistemin değişmediği, aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2029 yılına kadar iktidarda kalmak için zemin hazırladığı yorumunda bulundu.

"Ortadoğu'nun bu güçlü ve korkusuz siyasetçisi bugüne nasıl geldi? Bir İslam ülkesi olarak Türkiye'nin modernleşme serüveni nereye gidecek?"

Makale, bu soruları ortaya attıktan sonra şöyle devam ediyor:

"Atatürk aşılması zor bir dağdır"

"Mustafa Kemal Atatürk, Erdoğan'ın siyasi yaşamında aşılması zor olan büyük bir dağdır. Bu kurucu lider, günümüze kadar Türk toplumunu derinden etkilemeye devam etti. Büyük kentlerin havaalanlarında, okulların adlarında, paraların üzerinde, meydanlardaki büyük heykellerinden sokaklarda sallanan bayraklara kadar, Kemal her yerde."

Makale bu noktada Atatürk'ün katkılarına yer veriyor, ardından uzman görüşleriyle devam ediyor:

"Beijing Üniversitesi Tarih Bölümünden Türkiye uzmanı Zan Tao, Türkiye'de laiklik reformunun "geçmişi düzeltme" rengi taşıdığını, bunun o dönemin şartları için kullanışlı olduğunu, ancak sonrasında bu şekilde sürdürülmesinin ters tepkiler doğurduğunu söylüyor.

1950'li yıllarda Türkiye tek partili yönetimden çok partili sisteme geçti. Demokratikleşme sürecinde, baskı altındaki İslamcı güç ve bazı az nüfuslu etnik grupların sesi de çıkmaya başladı. Bu kesimler, güçle laikliği yürütmeye çalışan tek parti yönetimiyle mücadele etmeye çalıştı. Bu uzun soluklu değişim süreci yeni bir 'siyasi yıldız' doğuracaktı, bu isim, ileride Türkiye'de tüm gücü elinde tutacak olan Erdoğan'dı."

Makale, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasete hangi şartlarda başladığını açıklıyor. Erdoğan'ın yoksul bir Müslüman aileden geldiği, ilk gençlik yıllarında limonata ve simit sattığı, 1970'li yıllarda siyasete girdiği bildiriliyor.

Erdoğan'ın 40 yaşına geldiğinde, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğini aktaran makale şöyle sürüyor:

"Ancak o dönemde Erdoğan'ın nesli arasında İslamcılar yine de siyasette azınlıktı. Nüfusun büyük kısmı Müslüman olan Türkiye'de devlet memurlarının sakal uzatması ve türban takması yasaktı. Yönetim güçlü laiklik yanlılarının elindeydi. 1990'lı yıllarda Türkiye'de yıllık enflasyon yüzde 50'yi aştı, devlet ile Kürt bölücü hareketi arasında sürekli çatışmalar yaşandı.

1994 yılında İstanbul Belediye Başkanı olmasının ardından Erdoğan daha somut bir yol seçti. Su kanalları, çöplerin dönüşümü için tesisler, doğalgaz projeleri gibi önlemler alındı. İstanbul'da uzun zamandır birikmiş su kaynaklarının eksikliği, kirlilik ve ulaşım gibi sorunları Erdoğan çözdü, buna ona siyasi bir şöhret kazandırdı.

...

Erdoğan cezaevinden çıktıktan sonra, eski partili arkadaşlarıyla birlikte 2001 yılında AK Parti'yi kurdu. Daha önceki İslamcı partilerinin başına gelenlerden ders alınarak, AK Parti kurulduğu andan itibaren aşırı dini söylemlerden kaçındı, daha ılımlı bir dini görünümle toplumun karşısına çıktı. AK Parti, Batıya yakın, serbest piyasa ekonomisine sahip çıkan "muhafazakar demokrasiyi" savunuyordu."

Arka arkaya seçim zaferleri

Makalenin bu noktasında AK Parti ve Erdoğan'ın arka arkaya kazandığı seçimlerle 2014 yılına kadarki süreç özetleniyor.

"Erdoğan, 2014 yılında cumhurbaşkanı seçildikten sonra siyasi olarak gücünün zirvesine ulaştı.

Erdoğan liderliğinde Türkiye'nin kalkınması tesadüfle açıklanamaz. 11 yıl boyunca 3 dönem yürüttüğü başbakanlığı döneminde, Türkiye'nin altyapı tesisleri iyileştirildi, yoksulluk azaldı ve enflasyon oranı düştü. 2010 yılında pek çok ülke hala ekonomik krizlerin pençesinden kurtulamazken, Türkiye'nin ekonomik büyüme oranı yüzde 8,9 olarak ölçüldü ve kişi başına düşen GDP 10 bin ABD Doları'nı aştı. Türkiye, küresel en büyük 20 ekonomi arasına girdi.

Shanghai Üniversitesi Tarih Bölümünden Doçent Dr. Liu Yi, Türklerin çok pragmatik bir halk olduğunu dile getirerek "kim yemek sorununu çözerse, Türk halkı onu seçer" diyor: "Erdoğan bayındırlık hizmetleri, yeni lira çıkartmak gibi uygulamalarla Türkiye'nin ekonomik mucizesini yarattı."

Türkiye'nin ekonomik dönüşüm dalgasında gittikçe kentlere akan köylüler, AK Parti'nin çekirdek destek gücüdür. Liu Yi, kentlerdeki yeni yerleşenler ile eski dönemin seçkinleri arasında engellerin bulunduğunu ve bunların konut, iş gibi somut talepleri olduğunu belirtti. Ancak İslamcı partiler ile laiklik yanlısı partiler arasındaki en büyük farkın, İslamcı partilerin halkla daha derin bir bağ kurması olduğuna işaret eden Liu Yi, "Bu yerel kademedeki siyasi strateji, Erdoğan'ın önceki liderlerden farkıdır" değerlendirmesinde bulunuyor.

Erdoğan'ın hayata geçirdiği yeniliklerle birlikte, toplumda İslami renkler de her geçen gün görünürlük kazandı. Erdoğan'ın başbakan olmasının ardından Türkiye'de dini okullar ve imamların sayısı çoğaldı. 2006-2009 yıllarında büyük havaalanları, köprüler, alışveriş merkezlerinin yanı sıra, 9 bin yeni cami inşa edildi.

Sosyal yaşamda, türban serbestliği uygulandı. İçki satışına belli kısıtlamalar getirildi, THY, kadın kabin görevlilerinin kırmızı ruj kullanmalarını yasakladı. Diyanet İşleri Başkanlığı, sevgililerin kamusal alanlarda çok samimi görüntüler vermesinin uygun olmadığı yorumunda bulundu.

Laikliğin ülkede esas politika olarak görüldüğü Türkiye'de, söz konusu politikalar hemen tartışmalara yol açtı ve Türkiye'nin gelecekte dini aşırıcılığa gideceği endişelerine neden oldu. Ancak Zan Tao, Erdoğan'ın dini bir aşırıcı olmadığını ve onun liderliğindeki AK Parti'nin hep laikliği desteklediğine dikkat çekiyor. Zan Tao'ya göre, Erdoğan'ın yürüttüğü İslamlaşma önlemlerinin çoğu, nüfusu Müslüman olan bir ülkede, İslam'ın konumunu daha da "normalleştirme" çabası olarak görülebilir.

Zan Tao, eski Türkiye'de laiklik anlayışının, devletin dini dışlaması ve dini kontrol etmesine dayandığını, ancak şimdi Erdoğan'ın ortaya koyduğu laikliğin, din ve devlet işlerinin ayrılığı temelinde inanç serbestliği ve devletin farklı inançlara verdiği eşit tepkiyi vurguladığını kaydetti. Türkiye'nin laiklikten vazgeçmediğini belirten Zan Tao, sadece laikliğin yeniden tanımlandığını ifade etti.

ABD St Louis Üniversitesi'nden Türkiye uzmanı Howard Eissenstat, Erdoğan'ın, İslam dinini, Türk ulusal kimliğinin çekirdeği olarak gördüğünü, ancak laikliğin de siyasi yapıda korunması gerektiği görüşünde olduğunu kaydediyor.

Howard Eissenstat, geleneksel Türk toplumda, ulusal kimlik ile İslam inancının birbirinden ayrılmadığını ve bu açıdan Erdoğan'ın siyasi söyleminde milliyetçiliğin dozunun da yüksek olduğunu ekliyor.

Diğer yandan Erdoğan, Türkiye'de eski dönemde görülen seçkin yöneticiler yerine, popülist rengi de olan yeni tip çekici liderliği de temsil ediyor. Howard Eissenstat'a göre, Erdoğan'ın vurgulamak istediği şey, Türkiye'de seçkinci laiklik yanlılarının, Türk ulusal karakterini reddetmeleri, buna karşılık kendisi ve destekçilerinin, Türk tarihi ile ülkenin ulusal değerlerini daha sıkı şekilde birbirine bağladıkları."

Bir dönüm noktası: Gezi Parkı

Makalede, Erdoğan'ın 11 yıllık başbakanlık kariyerinde, Gezi Parkı olaylarının yaşandığı 2013 yazının önemli bir dönüm noktası olduğu belirtiliyor. Şöyle deniyor bu bölümde:

"Gezi Parkı olayları nedeniyle ülke çapında meydana gelen protesto gösterileri, son yıllarda Türk toplumundaki ayrılığı hızlandıran bir semboldür. Protestolardan önceki 10 yıl boyunca ülke ekonomisi refaha ilerliyordu ve reformların kazançları orta ve alt düzeydeki vatandaşlara fayda getiriyordu. Diğer yandan yerel yönetim kademelerinde büyük inşaat projeleri uygulanıyordu, kentsel görünümde büyük değişimlere yol açan bazı projeler halkın tepkisine yol açtı.

Halkı daha da endişelendiren şey, Erdoğan'ın siyasi muhaliflerine ve medyaya yaptığı baskı ve yaşam tarzıyla ilgili yasaklardı. Laiklik yanlısı seçmenler, toplumun hızla muhafazakarlaşmasından ve siyasi İslam'ın yeniden canlanmasından endişe ediyordu.

Liu Yi, Türkiye'nin kurulmasından itibaren sürdürülen 'laiklikle, İslam kültürünün egemen olduğu bir ülkeyi yönetme' fikrinin, 'şizofrenik' bir özellik taşıdığını ve Erdoğan'ın iktidara gelmesinden sonra siyasi modelin büyük değişikliklerle karşı karşıya bulunduğunu, toplumsal fikir birliğinin zorlaştığını savundu.

...

Howard Eissenstat, 15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olmasının nedenlerinden birinin, ordu ile polis arasındaki ayrılık olduğunu, ayrıca Erdoğan'ın destekçilerinin hayatlarını tehlikeye atarak sokaklara çıkıp ordunun karşısına geçtiğini belirtti. Eissenstat, Türkiye'de nüfusun yarısının Erdoğan'ın tahttan inişini görmek istediğini, ancak bunun bir darbeyle gerçekleşmesinden yana olmadıklarını da ekledi."

Caixin'deki makalede, darbe girişiminin ayrıntılarına da yer veriliyor. Darbe girişiminin ardından, hükümetin, otoritesini tesis etmek için iyi bir fırsat bulduğu, tutuklama, davalar ve işten çıkarmaların görüldüğü kaydediliyor.

Makale, darbe girişimi sonrası Türk şehirlerindeki atmosfere de dikkat çekiyor, sembolik bazı köprü ve meydanların isminin değiştirildiği, Atatürk'ün "Egemenlik milletindir" sözünün her yere asıldığı not ediliyor.

Dergiye açıklama yapan Liu Yi, darbe girişiminin oluşturduğu siyasi krizin ardından, Erdoğan'ın azalmayan, aksine artan prestijini anlamak için, Türkiye'nin siyasi ve kültürel özelliklerine bakılması gerektiğine işaret ediyor. Türkiye'nin kurulmasından itibaren farklı güçlü insanlar tarafından yönetildiğini ifade eden Liu Yi, Erdoğan'ın kişisel liderlik cazibesinin de, bu tarihsel temele uyduğunu kaydediyor. Liu Yi, Erdoğan'ın sürekli kendisini halkın seçtiğini vurgulamasına rağmen, siyasi güç ve popülizmin birlikte yürüdüğünü, Atatürk döneminden başlayarak Türkiye'de güçlü lider ile coşkulu halkın el ele ilerlediğini vurguluyor.

"Süper Başkan"a doğru

"Tek adam yönetimine doğru ilerleyen Erdoğan, ülkedeki siyasi sistemden memnun değil. Erdoğan ve partisi, Türkiye'deki mevcut meclis sisteminin, partiler arasında çekişmeye yol açtığını ve daha güçlü olan Cumhurbaşkanlığı sistemiyle hükümetin daha etkili biçimde çalışabileceğini savunuyor."

Makalenin bu bölümünde Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tanıtılıyor ve muhalefetin endişeleri belirtiliyor.

"Zan Tao, anayasa değişiminden de önce Erdoğan'ın devlet başkanı, hükümet lideri ve parti lideri rollerini bir arada oynadığını ve çok büyük bir gücü elinde tuttuğunu hatırlatıyor. Zan Tao, referandumla birlikte, 2014 yılında Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Türkiye'deki gerçek duruma 'hukuki' meşruiyet getirildiğini söylüyor.

Zan Tao, AK Parti'nin Türkiye'de 10 yıldan uzun süredir tel başına iktidarda olduğunu ve mecliste en baskın grubu oluşturduğunu kaydederek, başbakanlık ve kabinenin ortadan kaldırılması durumunda meclisin süs olacağını ve kısa sürede bu sistemle Erdoğan'ın gücünü kısıtlamanın kolay olmayacağını belirtti.

Liu Yi, 2016 yılında darbe girişimi ve 2017 referandumunun ardından, Erdoğan ve AK Parti'nin Gülen hareketi başta olmak üzere "düşmanlarına" darbe indirdiğini belirterek, Türkiye'nin siyasi ve kültürel gelişme sürecinde "düşmana ölümcül darbe indirmenin zekice bir hareket olmadığına" işaret etti. Liu Yi, bunun olması durumunda, toplumda yeni siyasi endişelerin doğabileceği endişesine dikkat çekti.

Doğu mu, Batı mı?

Caixin, bu bölümde Türkiye'nin dünyadaki konumunu analiz etmeye çalışıyor. Avrupa Birliği ile ilişkilerin tarihi özetleniyor, kültürel ve dini sebeplerden dolayı iki taraf arasındaki farklara ve son yıllarda mülteci krizinin yarattığı güven eksikliğine dikkat çekiliyor.

Bu bölümde görüşlerine başvurulan Democritus University of Thrace'ten Yunan siyaset bilimci Sotiris Serbos, Türkiye'nin AB'ye olan ilgisinin azaldığını, diğer yandan borç krizi, mülteci sorunu, Ukrayna meselesi gibi sorunlarla boğuşan AB'nin de kısa vadede yeni bir başvuru düşünmeyeceğini kaydetti.

Caixin'e açıklama yapan uzmanlar, Türkiye'nin Ortadoğu başta olmak üzere geleneksel Osmanlı coğrafyasında nüfuzunu artırma gayretine dikkat çekerken, Ankara'nın "yeni Osmanlı" sevdası peşinde koşarken, içeride ulusal birliğini de ihmal etmemesi gerektiğini işaret ediyor. Pan-İslamizm siyasetinin Suriye'de yenildiği hatırlatılarak, Davutoğlu'nun istifası bu minvalde anılıyor. Yerine gelen Binali Yıldırım'ın "daha fazla dost, daha az düşman" siyaseti güttüğü ekleniyor.

Türkiye'nin gözünü aynı zamanda uzak doğuya dikmeye başladığı da belirtiliyor. Uçak düşürme krizinin ardından Rusya'yla ilişkilerin S-400 füze sistemi alımı noktasına gelecek kadar iyileştiği kaydediliyor.

Makale, Türkiye-Çin ilişkilerine de yer ayırıyor: "2012 yılında Shanghai İşbirliği Örgütü diyalog ülkesi olan Türkiye, 2016 yılında bu örgüte katılmak için isteğini beyan etti. Mayıs 2017'de, Kuşak ve Yol Zirvesi açılış töreninde konuşan Erdoğan, dünya ekonomisinin odak noktasının artık doğuya kaydığını belirterek, Türkiye'deki altyapı tesislerinin, Kuşak ve Yol inisiyatifiyle entegre edilmesini istediklerini söyledi."

Türkiye nasıl yeniden şekillenir?

Caixin'deki makale, Türkiye'nin bundan sonra yoluna ne şekilde devam edebileceği tartışmasıyla son buluyor. Uzun süre iktidarda kalan Erdoğan'ın siyaset tarzı üzerinden, otoriter, popülist, milliyetçi ve muhafazakarlığın karışımı bir siyaset tarzının ülke siyasetine ve kültürüne yerleştiği belirtiliyor.

Bu noktada "yeni Türkiye"nin ne anlama geldiği ele alınıyor. Zan Tao, iktidarda kaldığı süre, halktan aldığı destek ve topluma etkisi bakımından, Erdoğan'ın Atatürk'ten sonra gelen bir "toparlayıcı" olduğunu belirtiyor.

Zan Tao ayrıca, Erdoğan'ın, Türkiye'de uzun vadeli ve yaratıcı modern bir siyasi düzen gerçekleştirmesi durumunda, bu başarının İslam dünyasına örnek olacağını ve büyük etki bırakacağını savunuyor.

(Çeviri: Zhao Beibei)